Translate

31 Ocak 2009 Cumartesi

► KINANIN AZI KARAR, ÇOĞU ZARAR

Erciyes Üniversitesi (EÜ) Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ekrem Aktaş, kınanın yüksek dozda ve uzun süre geniş yüzeylerde kullanılmasının karaciğer ve rahim kanserine neden olduğunu bildirdi.
Prof. Dr. Aktaş, kınanın antibakteriyel özelliği bulunduğunu, mantar hastalığı ve bakterilere karşı kullanılabileceğ ini belirtti. Kınanın antibakteriyel özelliği nedeniyle kısa süreli kullanılabileceğ ini ancak yüksek dozda ve uzun süre geniş yüzeylerde kullanıldığında karaciğer ve rahim kanserine neden olduğunu ifade eden Aktaş, şöyle konuştu:
"Kına özellikle saç kıllarının dibinden çok çabuk emilerek kana geçer. Saç köklerinin emme gücü çok yüksektir. Dışarıdan temas eden maddeleri adeta sünger gibi emerler. Deriye damlatılan bir madde saatlerce emilmeden durur ama saça damlatılan madde kıl kökünden çok çabuk emilir. Sedef hastalarında uzun süre saçlı deride kullanılan kortizonlu sular ve losyonlar da çok çabuk emildiği için hastayı şişirir."
Aktaş, kuaförlerin kullandığı saç boyalarına da kınanın bazı türlerinin karıştırıldığını, bu boyaların bazılarının kanserojen bir madde olan kadmiyum sülfit içerdiğini söyledi. Dövme yapımında kullanılan kadmiyum ve kadmiyum sülfit gibi metal elementlerin de kansere neden olabileceğine dikkati çeken Aktaş, şunları kaydetti:
"Türkiye'de kullanılan dövme boyaları genellikle demir ve kurşun tozu, kül ve kibrit fosforundan yapılıyor. Bu maddelerin kanserojen etkisi düşüktür. Ancak Avrupa'da kadmiyum ve kadmiyum sülfit denilen metal elementler kullanıyorlar. Kırmızı ve yeşil renk veren bu elementler kadmiyum pil yapımında da kullanılıyor. Bu elementler güneş gördüğü zaman hücreleri dejenere ederek kanserleştiriyor."
Aktaş, dövme yapımında kullanılan iğnelerin de vücudu tahriş edip enfeksiyona neden olduğunu belirterek, "Kirli iğne uçları stafilokok ve streptekok gibi bakterileri vücuda taşıyabilir. Bu bakteriler bazen kana geçerek böbreği ve karaciğeri harap eder" dedi.

21 Ocak 2009 Çarşamba

► YÖN BULMA YÖNTEMLERİ

Dünya üzerinde bulunduğumuz yeri harita ve aletler kullanarak belirleyebiliriz. Bulunduğumuz noktadan diğer bir noktaya giderken, yürüdüğümüz yönü rota olarak adlandırırız. İki nokta arasında birçok engeller, tepeler, ormanlar, göller ve nehirler yer alabilir. Önemli olan bir yerden diğerine giderken, saydığımız bu engelleri aşarken rota dediğimiz yönümüzü kaybetmememizdir.
Yapılan araştırmalarda bir kişi bilmediği bir arazide hareket ediyorsa bir müddet sonra yön duygusunu kaybettiği görülmektedir. Yürüyüş sırasında, yaşamlarında sağ ayağını kullanan insanların kuvvetli olan bu ayakları ile sola göre daha uzun adım attıkları görülmektedir. Bu nedenle düz bir doğru üzerinde yürüdüklerini zanneden kişilerin rotalarından sola doğru saptıkları ve zaman içinde sola doğru çok geniş bir yay çizdikleri görülmektedir. Sonuçta umdukları yere ulaşamadıkları gibi nerede olduklarını bilememektedirler.
Son yıllarda ülkemizde doğada etkinlik gösteren kişilerin sayısı artmıştır. Bu sayı artışı beraberinde kazaları ve kaybolma olaylarını getirmektedir. Yön saptama çok kesin ve net bir hadisedir.Doğ ada yürüyen bir kişi net olarak nerede olduğunu bilmeli veya kaybolduğunu kabul etmelidir.
Pusula ve şimdi öğreneceğimiz yöntemlerle yer yüzeyinde ancak yön saptaması yapılabilir. Yani ancak istenen rotada yürümek mümkün olabilir. Yeryüzü üzerinde nerede olduğumuz sorusunun cevabı farklı aletler gerektirir. Bu aletlerden elde ettiğimiz sonuç ile enlem ve boylamımızı derece, dakika ve saniye cinsinden öğrenebiliriz. Bu bilgi ancak bir haritaya aktarıldıktan sonra o anki haritadaki yerimizi bilebiliriz.
Sonuç olarak doğada yönümüzü belirlemeden önce kabaca nerede olduğumuzu bilmek zorundayız. Ancak bundan sonra nereye gideceğimizi düşünüp sonra yönümüzü saptamalıyız.
Yön Saptama Yöntemleri
Pusula Yardımı ile Yön Bulma
Yönümüzü en kolay pusula yardımı ile saptayabiliriz. Pusula ibresinin koyu renkli ucu manyetik kuzeyi gösterir. Kuzeyinin nerede olduğunu belirledikten sonra, hangi yöne gidecek isek o yönde yer alan bir cismi (örneğin ağaç, iri kayalar gibi)hedef alıp oraya kadar gitmek ve o noktada gitmek istediğimiz yönde yeni bir cisim saptamak gerekir. Bu yöntemle mümkün olduğu kadar düz bir çizgide yol alınabilir.
Pusula Doğada gidilecek yön için belirli cisim ve işaretleri hedef alıp yürüyün.
Kutup Yıldızı ile Yön Bulma
Dünyamızın kutup noktalarından geçen hayali eksen çizgisi kutup yıldızının çok yakınından geçmektedir. Bu nedenle geceleyin yıldızlar ve gezegenler hareket halinde iken (dünyanın kendi etrafında dönüşünden dolayı) kutup yıldızı sabit kalır. Doğada herhangi bir yıldızı hedef alıp yürür iseniz, yıldızın hareketinden dolayı düz bir çizgide yürüyemezsiniz.
Dünyanın dönüşünden ötürü kutup yıldızı çevresinde diğer yıldızların dönüşü “Görüntü” fotoğraf filminin uzun bozlandırılması ile elde edilmiş.
Bu nedenle gökyüzünde yalnızca kutup yıldızını bularak onun kuzeyi gösterdiğini bilerek, amaçladığınız yönde yürüyebilirsiniz. Kutup yıldızını bulmak için belirgin bazı yıldız gruplarını bilmek zorundasınız.( Bu bilgiler kuzey yarım küresinde geçerlidir.)
Büyük Ayı yıldız gurubu 7 yıldızdan oluşur. Görünümü eğik duran kahve cezvesine benzer. Sapın karşısında yer alan kenarın uzunluğunu 5’le çarptığımızda ve kenar yönünde Kutup Yıldızı'nı buluruz. Kutup Yıldızı'nı doğru bulduğumuzdan emin olmak için yan yatmış ve beş yıldızdan oluşan bir W harfine benzeyen Cassiopeia yıldız grubunu kullanırız. Büyük W harfine benzeyen şeklin ortasındaki yıldız, Kutup Yıldızı doğrultusundadır.
Güneş ile Yön Bulma
Parlak güneşli bir günde bir sopa ve gölgesi yardımı ile yön tayini yapılabilir. Sopanın gölgesi işaretlenir. Bir süre sonra yer değiştiren gölge ucu tekrar işaretlenir. Bu iki işareti birleştiren çizgiye dik doğru S - N eksenidir. Birinci işareti sola ve ikinci işareti sağınıza aldığınızda yüzünüz kuzeye bakmaktadır.
Saat Yardımı ile Yön Bulma
Güneşli bir günde bileğimizdeki saat yardımı ile yön tayin edebiliriz. Saatin akrebi güneşe döndürülür. Saatin 12 rakamı ile akrebin oluşturduğu açının açı ortayı Güney-Kuzey Hattıdır. Güneş tarafı güney yönüdür.

17 Ocak 2009 Cumartesi

► ELMA SİRKESİ VE FAYDALARI


Doğanın bizlere sunmuş olduğu güzellik iksirlerinin mucizeleri tartışılmazdır. Elma sirkesi de bu mucize iksirlerden biri… Etkili bir antiseptik olduğu gibi baş ağrılarını geçiriyor, sivilceleri yok ediyor, nasırlardan kurtarıyor ve hatta kilo vermenize bile yardımcı oluyor.

Elma sirkesinin cilt rahatsızlıkları, kadın hastalıkları, mide rahatsızlığı, güneş yanığı, baş ağrısı, yaralanma, soğuk algınlığı ve ateşli hastalıkların tedavisinde kullanması, çok eski medeniyetlere kadar dayanmaktadır. Yıllardır pek çok kişi tarafından yararları bilinen elma sirkesinin son mucizesi ise zayıflatma özelliğinin bulunmasıdır.

Elma sirkesi düzenli olarak kullanıldığında sindirime yardımcı olup kilo vermenizi kolaylaştırıyor. Sabahları kahvaltıda, içine 1-2 kaşık elma sirkesi ve 1 kaşık bal karıştırılmış bir bardak ılık su, uygun bir rejimle birlikte kullanıldığında düzenli kilo kaybetmeyi sağlıyor.

ELMA SİRKESİNİN YARARLARI

Akne tedavisi: Su ile seyreltilmiş elma sirkesi ile yüzünüzü temizleyin ve su ile durulayın. Elma sirkesi hem cildinizi yumuşatacak, hem de antiseptik özelliği ile akneye neden olan mikropları öldürecektir.

Boğaz ağrısı: Anjin ve streptokok dahil olmak üzere tüm boğaz ağrılarında, 1 bardak suya katılan 1 kahve kaşığı elma sirkesi ile saat başı yapılacak gargara rahatlatıcı bir çözüm.

Ciltteki lekeler: Dörtte bir litre suya, üç çorba kaşığı elma sirkesi ekleyip kaynayıncaya kadar ısıtın, ateşi kısın. Başınıza bir örtü örtüp, yüzünüzü buhara tutun. Yarı yarıya sulandırılmış elma sirkesi ile yüzünüzü silin. Haftada iki kez tekrarlayabilirsiniz.

Migren: Bir tasa eşit miktarda su ve elma sirkesi koyup kaynatın. Altını kısarak yüzünüzü buhara tutun. Bu şekilde 3 dakika kadar soluk almanız, migren ağrılarının yok olmasını sağlayacaktır.

Yorgunluk ve uykusuzluk: 1 litre suya 3 yemek kaşığı elma sirkesi ve bir fincan bal ilave edin. Her gece yatmadan önce 2 yemek kaşığı için. Uykusuzluğunuzun ve yorgunluğunuzun kaybolduğunu göreceksiniz.

Kaşıntılar: Böcek ısırmalarına, kurdeşene bağlı kaşıntılarda, arı sokmalarında ve cilt çatlaklarında, sorunlu bölgeye sürülecek elma sirkesi rahatsızlığı giderecektir.

Mide bulantısı: Mide bulantısının önüne geçmenin yolu; ılık elma sirkesine bir bezi batırıp sonra sıkmak ve bu bezi midemizin üstüne yerleştirmektir. Bez soğudukça ılık bir bez ile işlem tekrarlanmalıdır.

Sivilceler: Sivilceler için, su ile seyreltilmiş elma sirkesiyle yüzünüzü silin ve durulayın. Elma sirkesi akneye yol açan mikropları öldürür.

Varisler: Varislerin yol açtığı ağrıdan şikâyetçiyseniz, sirkeli bir bezi bacaklarınıza sarın ve 30 dakika bekletin. 30 dakikalık süreyi bacaklarınızı yukarı kaldırarak geçirin. Bu işlemi sabah-akşam tekrarlayın.

Nasırlar: Bir dilim bayat ekmeği elma sirkesine batırıp nasırlı bölgenize koyarak gece boyunca orada tutun. Sabah uyandığınızda sertliğin kaybolduğunu göreceksiniz. Bir başka yol ise ılık suyun içine yarım bardak sirke koyup, yarım saat nasırlı bölgeyi bu suda bekletmek ve sonra bir havlu ile kurulayıp ponza taşı ile bölgeyi ovuşturmak...

Kepeksiz saçlar: Saçlarınızı yıkadıktan sonra, son durulama suyuna elma sirkesi ekleyin. Saçlarınızın kepekten arındığını ve parlaklaştığını göreceksiniz.

Varisli damarlara: Bir bezi elma sirkesine batırıp sıkın. Sirkeli bezi varisli bölgenize sarın ve 30 dakika kadar bekletin. Bekleme süresi içinde bacaklarınızı yukarı kaldırarak dinlendirin. Bu işlemi sabah-akşam tekrarlayın.

Zayıflamak için: Bir bardak ılık suya bir-iki kahve kaşığı elma sirkesi ve bir kahve kaşığı bal ekleyip karıştırın. Uygun bir rejimle birlikte kullanıldığında, düzenli kilo vermenize katkı sağlar.

► NEDEN SÜREKLİ ESNERİZ?

Neden ağzımız kurur, gözümüz seğirir ve midemiz guruldar? İşte yanıtları...
Vücudun günlük hayatta verdiği çok basit belirtiler aslında bazı hastalıkların belirtisidir.
İngiliz Tıp Uzmanı Egan’ın kitabında bu belirtiler “vücudun alarm sinyalleri” olarak yer alıyor.
Sağlık konularında araştırmaları ve kitaplarıyla tanınan İngiliz Tıp Uzmanı Jacqueline Nardi Egan, insan vücudunun verdiği tepkilere göre pratik bir teşhis kitabı yayınladı. İşte vücutta görülen sorunlar, sebepleri ve pratik çözümler:
Aşırı derecede ince saçlar: Protein ve demir eksikliğiniz var.
Saçlarda beyazlama: Alyuvarlarınızda azalma var. B12 vitamini takviyesi yapın.
Aşırı derecede saç dökülmesi: Stres, fiziksel travma ve ameliyat sonrasında normaldir. Bakteriyel enfeksiyon geçirirken de saçlar çok dökülebilir. Yaşlılıktan da kaynaklanır ama çok fazla mayonez veya çiğ yumurta tüketiyor olabilirsiniz.
Kuru saçlar: Tiroid bezlerinizin iyi çalışmadığı anlamına gelir.
Gözlerin altında çöküntü: Uykusuzluktan kaynaklanır. Ama egzama ve alerjide de gözlerin altı kararır.
Göz çevresinde sarılık ve derinin büyümesi: Kötü kolesterolün veya yüksek kolesterolün habercisidir. Ayrıca kalp hastalıklarının da erken habercisidir.
Göz kanlanması: Ya çok ağlıyorsunuz ya da gereğinden fazla kan sulandırıcı hap kullanıyorsunuz.
Göz seğirmesi: Stresten veya çok fazla kafein tüketiminden olabilir. Ya da bilgisayar karşısında çok fazla zaman geçiriyorsunuz.
Kulak kızarması: Migren habercisidir.
Kulağın aşırı derecede kirlenmesi: Aşırı derecede yağsız gıdalar tüketiyorsunuz.
Kulak kaşıntısı: Egzama habercisidir. Yada iç kulakta enfeksiyon oluştuğunun göstergesidir.
Koku alma duyusunun kaybedilmesi: Yaşlılıkta normaldir. Ama Çinko eksikliğini gösterir. Ayrıca genç yaşta görülmesi beyin tümörü habercisi olabilir.
Kuru ağız: Çok tuzlu yiyorsunuz veya çok fazla alkol tükettiniz. Bununla birlikte çok fazla tuvalete çıkıyorsanız veya sürekli bir açlık hissediyorsanız diyabet hastası olabilirsiniz.
Ağız tadının yitirilmesi: Yaşlanmada normaldir... Ya da A ve B3 vitamini eksilmeniz veya dişlerinizde bir problem var.
Ağızda sürekli ıslaklık: Hamile olabilirsiniz.
Çenenin ses çıkarması: Esnemeyle birlikte yaşanması normaldir. Ancak her zaman oluyorsa kulak içinde iltihap olduğunu gösterir.
Çenenin zor açılması, yeme zorluğu: Cilt kanseri veya ağız kanseri habercisi olabilir.
Sürekli esneme hali: Yorgunluktan ve can sıkıntısından kaynaklanır. Fazla anti depresan kullanıyor olabilirsiniz. Ayrıca doku sertleşmesi habercisi olabilir.
Vücudun uyuşması ve titremesi: Sara ve migren habercisidir. Uzuvların uyuşması ise doku sertleşmesi habercisidir.
Midenin guruldaması: Sindirim sistemininizin iyi çalıştığını gösterir. Ama gastrit ve bağırsak gibi hastalıkların da habercisi olabilir.
Aşırı geğirme: Süte karşı alerjiniz olabilir. Mide ve Kolon kanseri habercisi de olabilir.

► ARI SOKMASI VE ARI İĞNESİ

İşçi arının arka tarafında bulunan iğne düşmanlarına karşı en büyük savunma aracıdır. Arkasında olmasına rağmen arı her durumda iğnesini düşmanına rahatlıkla saplayabilir.

Arı iğnesi iki kısımdan oluşur. Birinci kısım karın boşluğunda bağırsaklara bağlı ve oval şekilde olan zehir keseciğidir. İkinci kısım ise iğnedir. İğnenin üzerinde 9 adet ok ucuna benzeyen kancacıklar bulunur. Arı iğnesini sapladıktan sonra bu kancacıklar iğnenin geri çıkmasını engeller.
İğne saplandıktan sonra arı zehir keseciğini sıkar ve iğneden vücuduna zehir zerkedilen düşman büyük bir acı duyar. Arı iğnesini çıkarmaya çabalar fakat bunu başaramaz. Çoğu zaman bağırsaklarının bir bölümü de koparak iğne zehir keseciğiyle birlikte saplandığı yerde kalır.
Kendisini kurtaran arının yaşama şansı yoktur, bir iki gün içinde ölür. İğnesini kaybeden arı daha çok hırçınlaşır ve düşmana saldırır. Fakat tekrar sokma şansı yoktur.
Arı soktuktan sonra panik halde el kol hareketleri yapmamak gerekir. Bu hareketler diğer arıların da dikkatini çekerek saldırmalarına sebep olur.
Arı saldırısı karşısında yapılacak en iyi şey yüzümüzü ellerimizle kapatıp ordan uzaklaşmak ve bitkilerin arasına oturarak saklanmaktır.
Arı sokması sokulan yerin şişmesine neden olur. Bu da insana acı verir ve sinirli yapar. Sokan arıların çokluğuna göre, miskinlik, başağrısı, titreme, kaşıntı gibi reaksiyonlar da görülebilir.
Arı zehirinin kendine özgü keskin bir kokusu vardır. Bu zehir kokusunun yayılması diğer arıları da hırçınlaştırır.
Eğer bir arı soktuğunda gerekli önlemler alınmazsa, aynı yerden başka arılar da sokmaya çalışır. Onun için arı soktuğunda arılıktan uzaklaşıp sokulan yeri yıkamak gerekir.
Arı Soktuğunda Alınacak Önlemler
Arı sokup iğnesini bıraktıktan sonra, kesinlikle zehir kesesinden tutarak çıkarmaya çalışmamalıdır. Çünkü bu hareket kesenin içindeki zehirin vücudumuza zerkedilmesine ve acımızın artmasına neden olur. En iyisi bir bıçağın yüzüyle ya da tırnağımızla sıyırarak çıkarmaktır.
Belli bir sayıya kadar arı sokması alerjisi olanların dışında tehlikeli değildir. Tehlike sınırı kişinin bünyesine göre değişir.
Arı allerjisi olanlarda vücudun genelinde kızarma, kaşıntı ve yumuşak dokularda şişme görülür. Bu sırada solunum güçlüğü, karın ağrısı, kusma, çarpıntı ve baygınlık görülebilir. Boğaz kaslarının kasılması ve yutak bölgesinin şişmesi ile nefes gittikçe zorlaşır ve hasta boğulabilir. Bu olaya "anaflaksi" veya "anaflaktik şok" adı verilir.
Arı sokmasına karşı en etkili tedavi amonyaktır. Amonyak hem arının soktuğu yere sürülebilir hem de bir bardak suya 5-10 damla damlatılarak içilebilir.
Şişmeye karşı antihistaminik veya steroid bir krem sürülmelidir. Ağızdan alınacak antihistaminik herhangi bir tablet oldukça yararlı olacaktır. Ancak şiddetli reaksiyonlar için geciktirilmeden tıbbi müdahalelere başvurulmalıdır.
Arı soktuktan sonra yarayı ovuşturmak ya da emmek kesinlikle doğru değildir. Arı tarafından sokulan kişi eğer terli ise zaten ter zehirin etkisini alacaktır.
Sokulan yere buz koymak, soğuk su ile yıkamak, yoğurt sürmek acının azaltılması için faydalıdır. Ayran da içilebilir.
Arının meyve yerken ağıza kaçarak boğazdan sokması hayati tehlike yaratabilir. Böyle bir durumda doktora giderken sirke ile sık sık gargara yapmak gerekir.

15 Ocak 2009 Perşembe

► HANGİ MİNERAL VE VİTAMİN NE İŞE YARAR?

Sağlıklı bir vücut için hem vitaminler hem de mineraller hayati önem taşıyor. Eksiklikleri durumunda ciddi rahatsızlıklara yol açan vitamin ve minerallerin ayrı ayrı işlevlerini bu yazıda bulabilirsiniz.
Vücut için gerekli besin maddeleri anıldığında ilk olarak vitaminler akla gelir. Oysa vitaminler ne kadar gerekliyse mineraller de o kadar vazgeçilmezdir. Hatta mineralleri 'Besinlerin Sindrellası' olarak tanımlayan Dr. Earl Mindell'a göre vitaminler ne kadar önemli olursa olsunlar mineraller olmadan faydalı değiller.
Mindell, en çok bilinen yedi mineralin kalsiyum, iyot, demir, magnezyum, fosfor, selenyum ve çinko olduğunu, vücudun düzenli fonksiyonları için ise gerçekte 18 mineral gerektiğini vurguluyor. Mindell, minerallerin yardımı olmadan vitaminlerin işlev gösteremeyeceğini savunarak, "Vücudunuz bu ikilinin birlikteliğine ihtiyaç duyar" diyor. Şimdi mineral ve vitaminlerin tek tek ne işe yaradığına bakalım.
MİNERALLER
Magnezyum
  • Yağların yakılmasına ve enerji üretimine yardımcı olur.
  • Depresyonla mücadeleye yardım eder.
  • Daha sağlıklı bir kardiyovasküler sistem sağlar ve kalp krizini önlemeye yardımcı olur.
  • Dişleri sağlıklı tutar.
  • Kalsiyumla birleşerek doğal bir sakinleştirici olarak çalışır.
  • Adet öncesi sendromları azaltır.

Doğal kaynakları: Öğütülmemiş tahıllar, incir, badem, fındık, çekirdek, koyu yeşil sebzeler, muz.

Kalsiyum

  • Kemikleri ve dişleri korur, kemik kaybı ve kırılması riskini azaltır.
  • Bağırsak kanseri riskinin azaltılmasına yardımcı olur.
  • Uykusuzluğa iyi gelir.
  • Sinir sistemine yardımcı olur.

Doğal kaynakları: Süt ve süt ürünleri, tüm peynirler, soya fasulyesi, sardalya, fıstık, ceviz, ayçiçeği çekirdekleri, kuru fasulye, karalâhana, brokoli, yeşil meyve ve sebzeler.

Demir

  • Büyümeye yardım eder.
  • Hastalıklara karşı direnci arttırır.
  • Bitkinliği engeller.
  • Demir yetersizliğine bağlı anemiyi tedavi eder ve önler.

Doğal kaynakları: Karaciğer, kırmızı et, kurutulmuş şeftali, irmik, yumurta sarısı, istiridye, kabuklu yemişler, fasulye, pekmez, kuşkonmaz, yulaf ezmesi.

Potasyum

  • Beyne oksijen göndererek zihinsel faaliyetlerimize yardım eder.
  • Vücut atıklarının çıkartılmasında yardımcı olur.
  • Kan basıncını azaltmaya yardımcıdır.
  • Alerji tedavisinde faydası vardır.

Doğal kaynakları: Turunçgiller, domates, tüm yeşil yapraklı sebzeler, nane yaprakları, ay çekirdeği, muz, patates.

Selenyum

  • Çeşitli kanserlere karşı korur.
  • Kalp hastalığı ve felç riskini azaltmaya yardım eder.
  • Genç elastik dokuların korunmasına yardımcıdır.
  • Sıcak basması ve menopoz sıkıntılarını yatıştırır.
  • Kepeğin tedavisine ve önlenmesine yardımcı olur.
  • Sperm sayısını ve erkekteki verimliliği arttırır.

Doğal kaynakları: Deniz ürünleri, böbrek, karaciğer, buğday tohumu, kepek, ton balığı, soğan, domates, brokoli, sarımsak.

Çinko

  • Dahili ve harici yaraların iyileşme süresini hızlandırır.
  • Tırnaklar üzerindeki beyaz noktaları yok eder.
  • Prostat sorunlarının önlenmesine yardımcı olur.
  • Büyüme ve zihinsel uyanıklığı destekler.
  • Zihinsel rahatsızlıkların tedavisine yardım eder.
  • Soğuk algınlığının uzunluğunu ve şiddetini azaltmaya yardımcıdır.

Doğal kaynakları: Et, karaciğer, deniz ürünleri (özellikle istiridye), buğday tohumu, bira mayası, kabak çekirdeği, yumurta, toz hardal.

Manganez

  • Bitkinliğin giderilmesine yardımcı olur.
  • Kas reflekslerinin yardım eder.
  • Osteoporozun engellenmesine yardımcı olur.
  • Belleği geliştirir.
  • Sinirsel hassaslığı azaltır.

Doğal kaynakları: Tahıl, fındık, yeşil yapraklı sebzeler, bezelye, pancar.

VİTAMİNLER

C vitamini

  • Yaraları, yanıkları ve kanayan diş etlerini iyileştirir.
  • İdrar yolları enfeksiyonu tedavisinde kullanılan ilaçların etkinliğini artırır.
  • Ameliyat sonrası iyileşmeyi hızlandırır.
  • Birçok viral ve bakteriyel enfeksiyonun önlenmesine ve genellikle bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olur.
  • Kansere neden olan maddelerin oluşmasına karşı koymada yardımcı olur.
  • Damarlardaki kan pıhtılaşmasını düşürür.
  • Soğuk algınlığının tedavisinde ve önlenmesinde yardımcıdır.
  • Protein hücrelerini bir arada tutarak yaşamı uzatır.

Doğal kaynakları: Turunçgiller, meyveler, yeşil yapraklı sebzeler, domates, karnabahar, patates ve biberler.

D vitamini

  • Güçlü kemik ve dişler için kalsiyum ve fosforu kullanır.
  • A ve C vitaminleriyle birlikte alındığında soğuk algınlığını önler.
  • Konjonktiviten tedavisine yardımcı olur.

Doğal kaynakları: Balık ciğeri yağı, sardalya, ringa, somon balığı, ton, süt ve süt ürünleri ile güneş ışığı.

E vitamini

  • Hücresel yaşlanmayı yavaşlatarak daha genç görünmenizi sağlar.
  • Daha fazla dayanma gücü vermek için vücuda oksijen sağlar.
  • A vitaminiyle birlikte çalışarak akciğerleri hava kirliliğinden korur.
  • Çeşitli kanserleri önlemeye yardım eder.
  • Kan pıhtılaşmasını önler ve çözer.
  • Yanıkların iyileşmesini hızlandırır.
  • Kan basıncını düşürür.
  • Düşüğün önlenmesine yardımcı olur.
  • Kalp hastalığı ve felç riskini azaltır.

Doğal kaynakları: Erken Hasat Sızma Zeytinyağı, Sızma Zeytinyağı, fındık, Brüksel lahanası, yeşil yapraklılar, ıspanak, kepek, tahıl, yumurta, buğday tohumu, soya fasulyesi.

8 Ocak 2009 Perşembe

► İNSANLAR NİÇİN DEĞİŞİK DİLLERDE KONUŞUYORLAR?

Dünyadaki 6 milyar kişinin konuştuğu 3000'den fazla dil vardır ama dünya nüfusunun yarısı bu dillerden yalnızca 15'ini konuşmaktadır. En çok sayıda insanın konuştuğu dil ise Çin'deki Mandarin dilidir. Yazı dili bütün Çin'de aynı olmasına rağmen halkın yüzde 70'i Mandarin dilini konuşur ve kuzeyde oturan bir kişi güneydekinin konuştuğunu anlamaz.
Afrika'da 1000'e yakın dil konuşulmaktadır fakat 1 milyondan çok kişinin konuştuğu dillerin sayısı 30'u geçmez. Hindistan’da 800′den fazla dil konuşulmaktadır. Hatta bu kalabalık ülkede, her 12 kilometre gittikçe lisanın değiştiği söylenmektedir.
Genetik bilimi, insanlığın dünyanın belli bir noktasında, çok büyük bir olasılıkla Yakın Doğu'da doğarak yayıldığı ve dünya üzerindeki iki toplum coğrafi olarak birbirinden ne kadar uzaksa genetik yapılarının da o kadar farklı olduğu düşüncesini doğrulamaktadır. Örneğin Çin, Japon gibi doğu milletleri genetik olarak birbirlerine, Avrupalılar ise Kuzey Afrikalılara, Ortadoğululara ve Hintlilere daha yakındırlar.
Dünyanın bu genetik haritası ile konuşma lisanlarının yayılışı paralellik gösterir. Teoriye göre milattan önce 7500 yıllarında tarımın başlaması ve hayvancılığın gelişmesi ile birlikte Yakın Doğu'dan Avrupa'ya, Kuzey Afrika'ya ve Hindistan'a büyük göçler olmuştur. Bu büyük göç dalgaları üç ana dil gurubunun oluşmasına yol açmışlardır.
Diller arasındaki akrabalığa, bir başka deyişle dillerin tarihsel oluşumuna dayanan bu sınıflandırmada, ortak bir kökenden kaynaklandıkları varsayılan diller aynı öbeğe konulmuştur. Çelişkili olmalarına ve tam tatminkar açıklaması yapılamamasına rağmen bu üç dil grubu şunlardır: (1) Hint-Avrupa dilleri, (2) Ural-Altay dilleri, (3) Hami-Sami dilleri.
Türk dilleri Ural-Altay ailesinin Altay öbeğindedir. Büyük dil öbeklerinin dışında sınıflandırılmaları na rağmen Kore, Japon ve Eskimo dilleri de bu aileden gösterilir. Hami-Sami dillerinin en belirgin örneği Arapça’dır. Çin-Tibet ve Kafkasya dilleri, Avustralya, Afrika ve Amerika yerli dilleri bu ana sınıflandırmanın dışındadırlar.
Diller ayrıca dilbilgisi yapılarına göre de dört sınıfa ayrılır: (1) Kelimelerin kısa kısa, ek almadan, cümle içindeki yerlerine göre anlam yüklendikleri diller (Çin, Vietnam, vb.); (2) Zaman, kişi, olumsuzluk gibi tüm durumların fiilin köküne ek gelmesiyle türetilen diller (Türkçe); (3) Dilbilgisi bağlantılarının fiil kökünde değişiklik yapılarak ifade edildiği diller (Hint-Avrupa, Hami-Sami); (4) Sözcüklerle ekler birleştirilerek bir cümlenin lek sözcüğe dönüştürüldüğü diller (Eskimo). Örneğin Eskimo dilinde "takusariartorumagal uarnerpa" kelimesi "onun bununla uğraşmaya gerçekten niyetli olduğunu sanıyor musunuz" anlamına gelir.
Dünyadaki bütün dillerin tek ortak yanı, en çok kullanılan kelimelerin, daha az kullanılanlara göre az sayıda harfle yazılmaları, yani daha kısa olmalarıdır. Ayrıca hemen hemen bütün lisanlarda vücudun kısımlarının ve organlarının isimlerinin bir çoğu kısa kelimelerle ifade edilir. Türkçe'deki baş, bel, kaş, göz, kas, dil, diş, el, kol, saç, aya, ten, diz, kan, boy, bel, kıl, vb. gibi.
Lisanın zenginliğinde milletlerin yaşadığı ortamın ve kültürün etkisi vardır. Eskimolar "at"a, sadece at demekle yetinirken Türklerde atın cinsine, yaşına, rengine göre değişik isimleri varılır. Ancak bizler de "kar"a sadece kar derken Eskimo dilinde karı ve yağışını tanımlayan 32 kelime vardır.
Hayvanlara sesleniş bile dillere göre değişir. Bir İngiliz tavuğunu "bili-bili" diye çağırırsanız anlamaz. İngilizler tavuğu "çak-çak" (chuck), Finliler "fibi-fibu" diye çağırırlar ama hemen hemen bütün dillerde tavuğu kovalama sesleri birbirlerine benzer; kış-kış, kuş-kuş, kş-kş, kiş-kiş…

5 Ocak 2009 Pazartesi

► ASİT YAĞMURU NEDİR, NASIL OLUŞUR?

Asit yağmurları, fosil yakıt atıklarının doğal su döngüsüne karışmasıyla oluşur. Kömür ve petrol gibi fosil yakıtların yakılması sonucu atmosferde kükürt ve azot içeren gazlar birikir. Bu gazlar havadaki su buharıyla birleşince bir kimyasal tepkime meydana gelir. Bu tepkime sonucunda sülfürik asit ve nitrik asit damlaları oluşur.
Güneş ışığı bu tepkimelerin hızını artırır. Yeryüzündeki sular Güneş’in etkisiyle ısınınca, bunların bir kısmı buharlaşarak yükselir ve atmosfere karışır. Böylece yükselen nemli havadaki su buharı yoğunlaşarak yeniden sıvı durumuna geçer. Bunlar da bulutları oluşturur. Sonuçta oluşan, çok miktarda kükürt ve azot içeren bu tip yağmurlara “asit yağmurları”denir. Atmosferdeki asit, yalnızca yağmurlarla değil, kar, sis, havadaki gazlar ve tanecikler yoluyla da yeryüzüne iner.
Hava Kirliliği ve Asit Yağmurları
İnsanların faaliyetleri sonucu meydana gelen üretim ve tüketim faaliyetleri sırasında ortaya çıkan atıklarla hava tabakası kirlenerek, yeryüzündeki canlı hayatını tehdit eder bir konuma gelir. Yeryüzündeki canlı hayatın sürmesi için vazgeçilmez bir yere ve öneme sahip olan hava tüm hayatı etkileyecek biçimde endüstriyel artıklarla değişik yollardan kirlenmektedir. Bu kirlenme ilk kez 1940-1950’li yıllarda gelişen sanayileşmenin bir sonucu olarak dünyanın çeşitli şehirlerinde havanın aşırı kirlenmesiyle görülmeye başlandı. İşte bundan dolayı “insanlar tarafından atmosfere karıştırılan yabancı maddelerle hava bileşiminin bozulmasına” hava kirliliği denildi. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre: “Hava kirliliği, canlıların sağlığını olumsuz yönden etkileyen veya maddî zararlar meydana getiren havadaki yabancı maddelerin, normalin üzerindeki yoğunluğudur.”
Hava kirliliğine yol açan unsurlar ya doğrudan fabrika bacalarından, egzoz gazlarından havaya karışıyor yada havadaki diğer gazlarla birleşerek, havanın kirlenmesine yol açıyor.
Ayrıca sanayi işletmelerinin çıkardığı baca gazları havadaki oksijen ve su buharı ile birleşerek, bir dizi kimyasal reaksiyonlar sonucu asit yağmurlarına dönüşür. Asit yağmurları toprağın yavaş yavaş asitlenmesine yol açarak, ağaçların ve bitkilerin topraktan beslenmesine engel olur. Asit yağmurları ayrıca çeşitli yollardan sulara karışarak, sulardaki canlıların hayatını da etkiler.
Havadaki karbon tozları, katı parçacıklar, karbonmonoksit, kükürt dioksit, doymamış hidrokarbonlar, aldehitler ve diğer kanserojen maddeler insanlarda solunum yolları hastalıkları, nefes darlığı ve akciğer kanseri gibi değişik hastalıklara yol açarlar.
Sanayileşme ile büyük hız kazanan hava kirlenmesi özellikle büyük kentlerin çevresinde yoğunlaşmaktadır. Çünkü büyük kentler ve onların çevresinde yoğunlaşan üretim ve tüketim faaliyetleriyle artıklar hızla çoğalıyor. Ayrıca egzoz gazları, trafik tıkanıklıkları ve gürültü de hayatın kalitesini hızla düşürmektedir.
Havanın gaz halinde ve sürekli hareket içinde olması rüzgarlarla kirlenmeyi yeryüzü ölçüsünde yaygınlaştırıyor. Bu bağlamda en çok zararı ise ormanlara veriyor. Büyük kentlerde alt yapı yatırımlarının hazır olması, deniz, hava ve kara yolu ulaşımının kolaylığı yatırımların büyük kentlerin çevresinde yoğunlaşmasına yol açıyor. İşgücü ve pazar açısından çok uygun olan büyük kentler, üretim ve tüketim faaliyetlerinin en yoğun olduğu yörelerdir. Bu yoğunluk, hava kirlenmesinin büyük kentlerde ileri boyutlara ulaşmasına neden olmaktadır.
Bütün bunların en önemli sebeplerinden birisi sanayi ve teknolojilerimizin bir sonucu olan asit yağmurları. Uzmanların bildirdiklerine göre bunun kaynağı sanayi kuruluşlarıdır. Özellikle termik santrallerin bacalarından çıkan dumanların içinde bol miktarda kükürtdioksit ve azot oksit gibi gazlar bulunmaktadır. Bunlar atmosferdeki nem ile birleşince yakıcı asitlere (sülfirik asit, nitrik asit vb.) dönüşmekte kar, yağmur, sis yağışlarıyla da yeryüzüne ulaşmaktadır. İşte bunlara asit yağmuru deniliyor.
Asit yağmurları, göller ve nehirler gibi sular dünyasına düştüğünde bunların asitlik derecesini arttırır. Balıklar sudaki asitlik değişimine çok duyarlı oldukları için böyle sularda yaşayamazlar. Gerçekten de, Baltık ülkelerindeki göller İngiltere’deki ağır sanayi bölgelerinden kaynaklanan asit yağmurları ile asitleşmiş ve bu göllerde birçok balık türü ortadan kalkmıştır.
Asit yağmurları hayvanlar ve bitkiler gibi canlı varlıklara zarar vermekle kalmaz, taşınmaz kültür varlıklarını da olumsuz yönde etkiler. Örneğin, kent içi ya da kent dışındaki tarihî binalar, açık hava müzeleri, binlerce yıllık antik kentlere ait yapılar veya Nemrut dağında olduğu gibi taş anıtlar asit yağmurlarıyla yıpranmakta ve dağılmaktadır. Asit yağmurları bitki toplumlarının, örneğin geniş ormanların toprak üstü kısımlarında yakıcı zararlar oluşturduğu gibi, toprakların yapısını da bozmakta, toprak içindeki bitki köklerinin hastalanmasına ve toprağa can veren mikroorganizmaların ölmesine neden olmaktadırlar.

1 Ocak 2009 Perşembe

► NEDEN KÂBUS GÖRÜRÜZ?

Kimse derin bir uykudan yatağında bir yılan ya da alevler içinde kaldığını görerek uyanmak istemez. Kötü rüyalar –hatta daha kötüsü kâbuslar- sinir bozucu olmakla kalmayıp bütün bir uykuyu, hatta bazen hayatınızı etkisi altına alabilir.
Genelde çocuklarda daha yaygın olmasına rağmen kötü rüyalar hayat boyu sürebilir. İşte kâbus görmemizin altı nedeni:
  1. Kaygı ve Stres
    Genellikle travmatik bir olay sonucunda ortaya çıkan kaygı ve stres, kâbus görmenin temel nedenlerinden... Önemli bir ameliyat veya hastalık, sevilen birinin kaybı, kötü bir kazada kurban veya tanık olmak kabus görmenize neden olabilir. Fakat kabusun nedeni sadece travmatik olaylar değil. İşle alakalı veya ekonomik kaygılar, boşanma veya taşınma gibi büyük yaşam değişiklikleri, kısaca gündelik kaygılar da kabus nedeni olabilir.
  2. Acı ve Baharatlı Yemekler
    Neyi ne zaman yediğimizin gördüğümüz rüyalar üzerinde büyük etkisi var. Acı ve baharatlı yemekler vücut sıcaklığını ve metabolizma faaliyetlerini arttırarak uykuda rahatsız olmanıza sebep olabilir. Bu aynı zamanda yatma vaktinden kısa bir süre önce yemek yiyenlerin genelde kâbus görmelerinin de nedeni.
  3. Yiyeceklerdeki Yağ Oranı
    Kesin olmamakla birlikte, araştırmalar gösteriyor ki, gün içinde ne kadar yağ oranı yüksek yiyecek tüketilirse, kötü rüya görme olasılığı da o kadar artıyor. Daha çok organik besinlere ağırlık verenler, gün boyu abur cubur tükenlere oranla daha seyrek kâbus görüyorlar.
  4. Alkol
    Alkol, kısa vadede, uykuya daldırmakta etkili olsa da, erkenden uyanmaya sebep olduğu için zararlıdır. Fazla alkol tüketimi, kâbus görmenin sebeplerinden biridir. Aynı zamanda, kâbuslar, alkolu bırakan bünyelerde de sıklıkla görülmektedir.
  5. İlaçlar
    Antidepresanlar, yatıştırıclar, ve uyuşturucular gibi kimi ilaçlar, yan etki olarak kâbusa sebep olabilir. Örneğin, bir araştırmada, “Ketamin” adı verilen ve uyuşturucu olarak kullanılan maddeye bakıldığında, kötü rüyalara sebep olduğu anlaşılmıştır. Benzer biçimde, sıtma hastalığının yaygın olarak görüldüğü bir ülkeye seyahat eden bir kişi “Lariam” adı verilen maddeyi kullandığında, ilginç kâbuslar görebilir. Genellikle kâbuslar, hap kullanımı kesildiğinde, ortadan kaybolmaktadır.
  6. Hastalık
    Grip gibi ateşli hastalıklar, bazen kâbuslara sebep olabilir. Uykuda nefesin kesilmesi ya da çok uyumak gibi diğer uyku bozuklukları da kabus görme sıklığını arttırır.

Kötü rüyalar ya da kâbuslar, belirli ölçüde olduğu sürece normal karşılanırken, uzmanlar, şiddet ve sertlik içeren rüyaların sıklıkla görülmesi halinde, bir terapiste danışılması gerekliliğini savunuyorlar. Ancak, tatlı uykular için yapılabilecek ilk adım, bu altı faktörü ortadan kaldırmaya çalışmaktır.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails