Translate

31 Aralık 2008 Çarşamba

► HASTALIKLARA GÖRE ÖKSÜRÜK ÇEŞİTLERİ

Astım, bronşit, sinüzit, grip, zatürree, tüberküloz, kulak iltihabı gibi öksürüğe neden olabilecek pek çok hastalık var. Ancak, her hastalıkta farklı özellikte öksürük oluyor. İşte, değişik hastalıklarda görülen öksürük tipleri:
Üşütme Öksürüğü
Sebebi, halk arasında daha çok üşütme, soğuk algınlığı gibi isimlerle de bilinen üst solunum yollarının viral enfeksiyonudur. Masum bir öksürük türüdür. Genellikle bir hafta içinde kendiliğinden geçer. Sigara içenlerde ve alerjisi olanlarda daha uzun sürer ve hastayı ciddi şekilde rahatsız edebilir. Grip hastalığında da yüksek ateş, aşırı halsizlik, baş ve kas ağrıları, burunla ilgili belirtilerle beraber öksürük de olur. Sinüzit, farenjit gibi hastalıklarda ise gıcık şeklinde bir öksürük vardır. Hasta, boğazını temizleme gayreti ve boğazına yapışan bir şeyi atma çabası içindedir.
Sigara Öksürüğü
Sigara tiryakileri genellikle öksürdüklerinin ya farkında değillerdir ya da bunu hiç şikayetten saymazlar. 'Sigara içen birinin öksürmesinden daha doğal bir şey olabilir mi?' diye düşünürler. Oysa, sigara içenlerdeki bu öksürük bronş tahrişinin bir belirtisidir. Bu hastalar için iyi ihtimal yeni başlayan bir kronik bronşit, kötü ihtimal ise bronş kanseridir. Hele her zamanki öksürüğün karakterindeki bir değişme kanserin ilk belirtisi bile olabilir. Sigara öksürüğü için tiryaki öksürüğü ismi de kullanılır.
Astım Öksürüğü
Astım krizleri, öksürük, hırıltılı solunum ve nefes darlığı ile karakterizedir. Krizler gece ve sabaha karşı daha fazladır. Hastanın alerjenlerle teması, keskin kokular, sigara dumanı gibi irritanlar da öksürük krizine neden olabilir.
Akciğer Kanseri
Akciğer kanseri çok sinsi bir hastalıktır, çünkü ne erken ve ne de bu akciğer kanserine özgüdür diyebileceğimiz bir belirtisi vardır. İşte bu yüzden de akciğer kanseri teşhisi ancak hastalık çok ilerledikten, komşu ve uzak organlara sıçrama yaptıkta sonra konabilmektedir. İki haftadan fazla süren ve antibiyotik tedavisine cevap vermeyen her öksürüğün sebebi mutlaka araştırılmalıdır. Öksürük tek başına akciğer kanserinin tek belirtisi olabilir. Özellikle de sigara tiryakileri öksürüklerinde artış veya öksürük karakterinde bir değişme hissettiklerinde mutlaka doktorlarına baş vurmalıdırlar.
İstanbul Bronşiti
İstanbul bronşitinin esas belirtisi kuru öksürüktür. Bu, küçük çocuklarda öğürtü ve kusmaya, hanımlarda ise idrar kaçırmaya neden olabilen kuru bir öksürüktür. Öksürük, nöbetler şeklinde ortaya çıkar ve genellikle geceleri daha fazladır. Birçok hasta gece yarısı ya da sabaha karşı öksürükle uykusundan uyanır. Gülme, hatta konuşma öksürük krizlerinin başlamasına neden olabilir. Telefonla konuşurken ortaya çıkan öksürük nöbetleri İstanbul bronşitinin tipik bir özelliğidir. Sigara dumanı, çeşitli boya, cila kokuları, hava kirliliği gibi birçok sebep de öksürüğün başlamasına neden olan faktörlerdir.
Şiddetli öksürük çocuklarda karın ağrılarına, erişkinlerde ise sırt ve göğüs ağrılarına yol açabilir. Küçük çocuklardaki İstanbul bronşitinin ilginç bulgularından biri de geceleri, saç dipleri ve boynun terlemesidir. Hastaların çoğunda bu şiddetli öksürüğe karşılık hiç balgam yoktur, ama bazılarında, az miktarda zor çıkan, yapışkan nitelikte balgam olabilir. Bu hastalar, bu küçücük balgamı çıkarmakla çok rahatladıkları nı söylerler.
Boğmaca Öksürüğü
Boğmacada, ani, kuvvetli, tekrarlayıcı öksürük krizleri (bir günde 10-25 kez) vardır. Ağır olgularda boyun damarlarında genişleme, gözlerde dışarıya doğru fırlama, morarma görülebilir. Öksürük krizi sonunda ötme şeklinde tipik bir ses duyulur.
Verem Öksürüğü
Veremli hastaların çok şiddetli olmayan öksürükleri vardır. Bu çoğu zaman kuru bir öksürüktür, ama zaman zaman az miktarda balgamla ya da kanama ile birlikte de olabilir, Halk arasında veremliler için kesik kesik öksürüyor deyimi kullanılır.
Psikojenik Öksürük
Genel olarak, öksürük, organik bir hastalığın işaretidir, ama bazen sinirliliğe bağlı olarak psikolojik etkenler de kuru bir öksürüğe neden olabilirler. Bu öksürük, kişi sinirlenince veya heyecanlanınca daha belirgin olur. Elbette, organik nedenli bir öksürüğün psikolojik etkenlerle artma gösterebileceği de unutulmamalıdır.

► KURU TEMİZLEME NASIL YAPILIR?

Giysilerinizi evde çamaşır makinesinde yıkarken kirleri çözen madde sudur. Ancak örneğin yünlü kumaşlarda olduğu gibi, birçok kumaş türünde su etkili olamayabilir.
Kuru temizlemede suyun yerine bir petrol ürünü kullanılır. İnsanlarda ıslaklık, suyla temas anlamında algılandığından bu işleme kuru temizleme denilmektedir. Aslında olay kuru ortamda yapılmamaktadır.
Joly Belin adında bir Fransız, kazara giysisinin üzerine kerosen dökmüş ve bunun giysisinin üzerindeki lekeyi temizlediğini hayretle görmüştü. Bu işin üzerine giderek 1840′lı yıllarda Paris’te ilk kuru temizleme işletmesini açmıştı.
Başlangıçta kuru temizlemede çözücü madde olarak gaz veya kerosen kullanılıyordu. Günümüzde ise hemen hemen tüm dünyada ‘perkloroetilen’ veya kısaca ‘perk’ diye tanımlanan bir çözücü kullanılmaktadır.
Elbiseler, kuru temizleyicide su yerine bu çözücü ile yıkanır. Çözücü buharlaşmasın, havayı kirletmesin ve tekrar kullanılabilsin diye her seferinde bir yerde toplanır. Bu şekilde temizlenen giysiler, ütülenince yeni gibi dururlar.
Kuru temizleme yapılan giysileri eve getirdiğinizde, beraberinde baş ağrısı ve mide bulantısı riskini de getirdiğinizi unutmayın. Kuru temizlemede kullanılan bu ‘perk’ isimli madde çok toksik olup, vücudumuzun önemli organları ve sinir sistemimiz üzerinde zararlı etkileri vardır.
Havada milyonda yüz partikül olunca zararlı etkileri görülmeye başlanılan bu çözücünün oranının, kuru temizleme yapılmış bir giysinin, kapalı bir arabaya konulup, on beş dakika tutulması ile milyonda 350′ye ulaştığı tespit edilmiştir.
İster inanın, ister inanmayın birçok kumaş türü kuru temizleme gerektirmez. Kuru temizlemenin tek avantajı kumaşların çekmelerine ve şekillerini kaybetmelerine yol açmamasıdır.
Üretici firmaların, giysilerin etiketlerine ’sadece kuru temizleme’ şeklinde ikaz yazmalarının ana sebebi, garanti süresince geri almak zorunda oldukları giysileri, çekme ve deformasyon tehlikesinden korumak içindir. Özellikle ipek ve suni ipekten yapılmış giysiler güvenli bir şekilde elle yıkanabilirler.

26 Aralık 2008 Cuma

► OSMANLI ARMASININ ANLAMI NEDİR?


Osmanlı armasının üzerindeki sembolleri en tepeden başlayarak şöyle sıralayabiliriz:
En tepede bir güneş şekli ve onu çevreleyen güneş ışıkları vardır. Güneş şeklinin ortasında armanın ait olduğu dönemin hükümdarlarının tuğrası yer almakta. Onun altındaki yukarıya açık hilâlin üzerinde Arapça “Osmanlı Devleti'nin hükümdarı olan … han, Allah’ın muvaffak kılması ve yardımına dayanır ve öylece hüküm sürer.” anlamına gelen bir söz yazılı.
Onun altında, armanın tam göbeğine gelecek şekilde aynalıklı kalkan motifi var. Bu kalkanın çevresinde yıldızlar bulunuyor. Bu yıldızların sayısı çok zaman 12 adet ile sınırlandırılmış olup 12 burcu temsil eder. Böylece Osmanlı, kâinatın merkezine yerleştirilmiş olur.
Kalkanın hemen üzerinde de devletin kurucusu Osman Gazi’yi temsil eden bir sorguç vardır ki Osmanlıların köklerine ne kadar bağlı olduğunu anlatır.
Kalkanın sağ yanında Osmanlı sancağı yer alır. Renkli armalarla kırmızı ile gösterilir. Onun karşısında ise hilafet sancağı bulunur. Hilafet sancağının rengi aslında siyah iken, arma üzerinde hemen daima yeşil renkte gösterilmiş ve bazen üzerinde üç hilal kondurulmuştur.
Merkezdeki kalkandan Osmanlı sancağı yönüne doğru uzanan şekiller ise şöyle sıralanmaktadır:
Sancağın üzerinde bir ok var. Sancak alemini altında baltacıklar ocağının kullandığı tek taraflı bir çift yüzlü teberler (balta) bulunur. Sonra mızrak ve altında el sperlikli tören kılıcı vardır. Sonra ağızdan dolma bir top ve altında savaş kılıcı yer alır. Hemen altında bozdoğan (gürz) görülür. Top ile bozdoğanı sancaktan ayıran boynuzdan yapılan boru ise savaş ilanını ve sonra da Mehterhane'yi temsil eder.
Armanın sol yanında, yani hilâfet sancağı yönünde uzanan semboller yine yukarıdan aşağıya şöyle sıralanırlar:
Sancak âleminin altında süngü takılmış bir tüfek, altında tek yüzlü teber (balta), sonra toplu tabanca ve topuz başlı asa mevcuttur. Asanın şeşper (savaş araçlarından altı dilimli topuz) topuzu kenarına asılı olan terazi adaleti temsil eder. Terazinin kitap şekilleri üzerine oturtulmuş olup bu kitaplardan üstteki Kuran-ı Kerim, alttaki ise diğer hukuk metinleri yerine geçen kanun kitabıdır.
Hilâfet sancağının altındaki çiçek şekilleri Osmanlı’nın estetik yönünü gösterir. Buket arasında ki güller hilafet sancağı üzerinde manevi ilhamlar sebebiyle bulundurulur. Buketin hemen altında bir çapa (gemi demiri) yer alır ki denizciliğin sembolüdür.
Arma göbeğindeki kalkanın hemen alt yanın da dik duran bir borazan mızıka takımını; onun altında çaprazlama duran tirkeş (ok kuburu, sadak) ile meşale de gece donanmalarını ve ok müsabakalarını hatırlatır.
Armanın alt tarafını boydan boya süsleyen inci defne yaprakları, çiçek motifleri arasından beş tane madalya sarkar. Bu madalyaların isimleri şöyledir: İmtiyaz nişanı, Mecidi nişanı, İftihar nişanı, Osmanlı nişanı ve Şefkat nişanı.

24 Aralık 2008 Çarşamba

► İNSANIN NİÇİN KUYRUĞU YOKTUR?

Şekil ve yapısı ne olursa olsun hemen hemen bütün omurgalılarda kuyruk vardır ve hepsinde de kuyruk aynı biçimde oluşmuştur. Sayıları 3 ile 49 arasında değişen kuyruk omurlarının üstü yağla kaplanmış ve böylece kuyruk ortaya çıkmıştır. Kuyruk canlı türüne göre değişik fonksiyonlara sahiptir ve kesinlikle bir süs değildir.
Kuyruk omurganın devamıdır. Timsah, kertenkele gibi hayvanlarda gövdenin bir uzantısı gibi durur. Balıklarda kuyruğun son tarafı bir yüzgeçle son bulur. Kuşlarda ise güdük ve yaygın olan kuyruk kısmında dümen görevi yapan telekler vardır.
Kangurular iyice kalınlaşan ve kaslanan kuyruklarını dinlendikleri zaman bir koltuk değneği veya üçüncü bir ayak gibi kullanabilirler. Köpekte olduğu gibi bazı hayvanlar kuyruklarını bir iletişim aracı olarak kullanırlar. Kertenkelenin kuyruğu ise bir savaşma ve aldatma mekanizmasıdır. İsterse hasmına kuyruğunu bırakıp gider, yerine de yenisi çıkar.
Çıngıraklı yılan kuyruğunu ses çıkartan bir enstrüman gibi kullanırken, aslan sadece sinekleri kovalamada kullanır. Tilki uzun kıllara sahip kuyruğu sayesinde hızla avını kovalarken dengesini kaybetmeden manevra yapabilir. Bir tür sincap ise kuyruğunu başının üstüne götürüp onu şemsiye olarak kullanır.
Bazı canlılarda ise vücudun bir bölümü ile kuyruk birbirine karıştırılır. Balinanın suya dalarken gördüğünüz yaklaşık 3 metrelik yatay kısmı kuyruğu değil vücudunun bir parçasıdır. Tamamen kastan oluşan kuyruğu ise dışarıdan kolaylıkla görülemez. Akrebin de ucunda zehirli iğnesi olan kısmı kuyruğu değil aşırı uzamış olan karın kısmıdır.
Gelelim asıl soruya... İnsanın niçin kuyruğu yok? Maymun türleri birbirleri ile karşılaştırıldıkları nda görülüyor ki tür ne kadar gelişmişse kuyruk da o kadar küçük kalmış. İnsanda ise kuyruk, derinin altına gizlenmiş olan, üç ya da dört omurun kaynaşmasıyla ortaya çıkmış, kuyruk sokumu kemiği adı verilen küçük bir kemikten oluşmuştur. Daha doğrusu insanın kuyruk kemikleri tek bir kemik oluşturacak şekilde birbirleriyle birleşmişlerdir.
Bu durumun sebebi insanın iki ayağı üzerinde durabilme ve yürüyebilme özelliğidir. Düşey konumdaki bu hareket biçimi bir takım mekanik zorlamalar ortaya çıkarır. İnsanın ayakta durabilmesi için vücudun üst kısmını taşıyabilmesi gerekir. Aslında kuyruğu meydana getirmesi gereken kemik ve kaslar birleşip, tek bir kemik şeklinde kaynayarak vücudun destek aldığı bu dayanak noktasını oluşturmuşlardır.
Çok ender de olsa bazı erişkin insanlarda kuyruk kemiğinin on santimetreye varan bir kuyruk oluşturabildiği, bu kuyrukta kas, sinir ve damarların bulunabildiği görülmüştür.

► SÜT VERMEDİKLERİ HALDE ERKEKLERİN NİÇİN MEMELERİ VARDIR?

Memeli hayvanlarda erkeklerin süt üretmeleri fizyolojik olarak mümkündür. Bu hususta erkekler gerekli anatomik donanıma, fizyolojik potansiyele ve hormonlara sahiptirler. Ancak tabiatın bazı keçi ve yarasa türleri gibi çok özel bir iki istisnası hariç süt verme olayı ne insan türünde ne de diğer memeli türlerinin erkeklerinde gerçekleşmektedir.
Aslında memelilerin tümünde, yani her iki cinste de süt bezleri vardır. Erkeklerde bu bezler gelişmemiş ve işlevsizdirler. Bu durum da türe göre değişiklikler gösterir. Örneğin fare ve sıçanların erkeklerinde meme dokusu hiç bir zaman süt kanalları ve meme uçları oluşturmaz, memeler dışarıdan görülmez. İnsanlar ve köpekler de dahil bir çok memelide ise oluşturur. Hatta dişi ve erkeğin göğüs yapılarında ergenlik çağına kadar bir fark görülmez.
Erkeklerin niçin süt vermedikleri sorusunu memeli hayvanların yüzde doksanı için sormaya zaten gerek yoktur. Çünkü bu büyük çoğunlukta yavruya yalnızca anne bakar. Erkeklerin çiftleşmeden sonra yavruya hiç bir katkıları yoktur, genellikle onları terk eder giderler.
Yüzde ona giren insan, aslan, kurt gibi memelilerde ise babanın esas sorumluluğu aileyi ve yavruları korumak, onlara yiyecek bulmaktır. Belki de başlangıçta bu türlerin erkekleri de yavrularına süt veriyorlardı ama asıl görevleri nedeni ile evrim sonucu süt verme donanımları yerlerinde kaldığı halde üretim kabiliyetleri köreldi.
İşlevleri kalmadığına göre erkeklerin niçin hala memeleri var sorusunun yanıtı ise insanda erkek ve dişi yapısının aslında aynı olmasında yatıyor. İnsanın anne karnında iken oluşmaya başladığı embriyo halinin en başında erkek ve dişi arasında bir fark yoktur.
Zaten insanın taşıdığı 23 çift kromozomdan 22 çifti ve bunların taşıdığı genler her iki cinste de aynıdır. Sadece cinsiyet kromozomu olan yirmi üçüncü çift farklıdır. Eğer embriyo anne ve babasından birer ‘X’ kromozomu alırsa kız, annesinden ‘X’, babasından ‘Y’ kromozomu alırsa erkek oluyor.
Embriyo ‘Y’ kromozomunu aldıktan sonra hormonal sinyaller gelmeye ve erkeğe ait organlar gelişmeye başlıyor. Erkeklerin memeleri ise bu safhadan daha önce oluşmuş bulunduğundan aynen kalıyorlar ama ondan sonra hormonal bir takviye olmadığından fonksiyonel hale gelemiyorlar.
Dişilerde ise büyüme çağı sırasında salgılanan hormonlar süt bezlerini ve göğüsleri büyütüyor. Gebe dişilerde bu büyüme biraz daha artıyor, süt üretimi başlıyor ve bu üretim daha sonradan emzirmeyle tetiklenerek devam ediyor.

16 Kasım 2008 Pazar

► ZEYTİN VE ZEYTİN AĞACI

Bir insan gibi yavaş yavaş büyür. Tohumdur, filizdir, gençtir, olgunlaşır ve gölgeyi, nemi uzak tutar teninden, dört mevsim gelir geçer ama dallarında gri, yeşil, gümüş yaprakları dökülmeden durur. Akdeniz’i, Ege’yi, güneyi sever. Kendine özgü hafif kokulu, küçük, narin, sarı ve beyaz çiçekleriyle karşılar baharı. Yaz aylarında çiçekleri meyveye durur. Sonra yaz geçerken meyveleri irileşir, olgunlaşır. Hasat zamanı, sonbahardır. Çok çok uzun ve verimli bir ömrün sonunda boşalan gövdesi kurur ama köklerinden yeşeren sürgünler yeniden yeni bir ağaca dönüşür.

Derler ki, cennette iki ağaç vardır; incir ve zeytin. İncir ‘Gerçek Ağacı’, zeytin ise ‘Hayat Ağacı’dır. Tevrat, İncil ve Kur’an’da yer alan zeytin için bilinen en eski Latince cümlede söylendiği gibi; “olea prima arborum umnium est”, yani “zeytin bütün ağaçların ilkidir”.

Yer edindiği tüm kutsal kitaplarda kutsallığın, bolluğun, adaletin, sağlığın, gururun, zaferin, refahın, bilgeliğin, aklın, arınmanın, yeniden doğuşun, insanlık için önemli erdem ve değerlerin sembolüdür zeytin ağacı...

ÖLÜMSÜZ BİR AĞAÇ
Farklı tatlarda ve renklerde meyvesi, meyvesinden çıkan altın suyu zeytinyağıyla, dinlerden medeniyetlere geniş bir coğrafyada düne ait simgeleriyle, mitleri, söylenceleri ve gerçekleriyle zeytin ağacı hiç kuşkusuz ki ‘ölümsüz bir ağaç’...

Ağacından tabak, kaşık, çatal, masa; meyvesinden renk renk farklı tatlarda sofra zeytini, başka başka muamelelerle elde edilen çeşit çeşit zeytinyağı, yine yağından saç ve cilt için güzelleştirici sabun; çekirdeğinden tespih, bilezik, kolye gibi süs eşyası da yapılan, küspesi gübre ya da yakacak olan, kimi gün süs, kimi gün yiyecek, bazen sağlık için ilaç, bir dönem aydınlatma malzemesi, kaynatılarak öldürücü bir silaha dönüştürülen yağı ile ağacından meyvesine, yaprağından çekirdeğine her şeyinin bir faydaya dönüştüğü çöpü çıkmayan zeytin kuşku yok ki bir mucize...

ZEYTİNİN BİR YILLIK YAŞAMI
Zeytinin insanlık tarihinde binlerce yılı aşan öyküsü mitlerde, söylencelerde, şiirde, romanda, resimde kısacası hayat içinde sürüyor. Literatürlerde ailesinin ‘Oleaceae’ familyasından geldiği yazılı. “Fakir toprakların zengin ağacı” denilen zeytin bulunduğu yerin iklim koşullarına kolay uyum sağlar. Toprağın yapısına ve dokusuna göre köklerini salar. Zeytin ağacı yavaş büyür, serpilip büyümesi 15-20 yılı bulur. 35 ve 150 yıl arasında ise olgunluk ve verimlilik döneminde olur. Dört mevsim yapraklarını dökmez. Sonra yüzlerce yıl sürecek olan yaşlanma dönemi başlar.

Zeytin ağacı bir yıllık yaşamını Akdeniz ikliminin özelliklerine göre geçirir. Kasım ve şubat ayları arasında kıştır, uyur, dinlenir. Mart ve nisan ayları arasında bahardır, uyanır. Dallarının uçları filizlenir. Nisan-haziran çiçek mevsimidir. Çiçek tozları rüzgârla ağaçtan ağaca gezinir. Güzel kokar zeytin çiçeği. Temmuz-ağustos dedin mi meyveleri yani zeytin taneleri büyür, çekirdeği sertleşir. Eylül-ekim arası taneler olgunlaşır, olması gereken boylarına gelir. Zeytinin çeşidine göre farklıdır büyüklükleri, biçimleri... Zeytin taneleri yeşilden mora döndüğünde ya da koyu pembesi siyahlaştığında, yağlanma da başlar. Hasat eylül ile şubat ayları arasındadır. Zeytinin hasadı elle toplanarak ve sırıkla ya da makineyle ağacın silkelenmesiyle yapılır.

Kökleri tarih öncesine dayanan zeytin ağacının kaç bin yaşında ve anayurdunun tam neresi olduğu konusunda arkeobotanikçiler, tarihçiler ve arkeologlar arasında bugün hâlâ ortak bir görüş yok. Ama yine de önemli olan yabani zeytinin dünya yüzünde ilk varlığı değil, ilk ne zaman ehlileştirildiğiyse, bu mucizeyi Samilerin başardığı düşünülüyor. Kimler, nerede, ne zaman sorularına cevap ararken yapılması gereken en doğru şey bilimsel açıklamalara güven duymak... İşte uluslararası saygınlığıyla tanınan Dünya Zeytin Ansiklopedisi yazarı José M. Blazquez’in görüşü; “zeytin yetiştiriciliği yaklaşık altı bin yıl önce Anadolu’da başlamıştır.”

TÜRKİYE’DE ZEYTİN ÜRETİMİ
Türkiye’de tarım alanlarının yaklaşık yüzde 3’ü zeytinlik... Devlet İstatistik Enstitüsü’nün rakamlarına göre, Türkiye’de yaklaşık 140 milyon zeytin ağacı bulunuyor. Üretilen zeytinin yüzde 80’i yağlık, yüzde 20’si sofralık olarak değerlendiriliyor. Zeytin üretiminde Ege Bölgesi ilk sırada, onu Akdeniz ve Marmara Bölgesi izliyor. Listede üretim rakamlarıyla alt sıralarda yer alsa da Gaziantep (Nizip), Kilis, Mardin (Derik) ve Artvin (Yusufeli-Demirkent ) gibi Türkiye’nin zeytiniyle pek bilinmeyen bölgelerinde zeytin ağaçları yetişmekte ve zeytincilik yapılmakta. Demirkent’te uzun boylarıyla insanı şaşırtan ve Mardin’in Derik ilçesinde her biri farklı zeytin veren zeytin ağaçlarından az sayıda da olsa uluslararası ödüllere sahip sızma zeytinyağı üretiliyor.

Türkiye, dünya sofralık zeytin üretiminde yüzde 13 ile ikinci, zeytinyağı üretiminde ise yüzde 6 ile dördüncü. Son yıllarda yapılan dikim atağı ile önümüzdeki beş yıl içinde yağ üretimi açısından dünya ikinciliği hedefleniyor. Avrupa Birliği’nin toplam sofralık zeytin ihtiyacının yaklaşık yarısı Türkiye’den sağlanıyor. Türkiye’de zeytin ve zeytinyağı sektörü, tarımdan sanayiye, sanayiden pazarlamaya kadar önemli yan ürünleriyle birlikte; sanayide, ticarette, tarımda önemli bir ağırlığa sahip. Aynı zamanda yaklaşık 500 bin ailenin geçimini zeytincilikten sağladığı ve 8-10 milyon kişinin geçimine katkıda bulunan bir istihdam alanı.

15 Kasım 2008 Cumartesi

► TÜRKİYE'Yİ ÇEVRELEYEN DENİZLERİN JEOLOJİK VE EKOLOJİK ÖZELLİKLERİ

Türkiye’yi çevreleyen denizler jeolojik ve ekolojik yönden farklı özelliklere sahip; dolayısıyla her denizin kendine özgü bir canlı popülasyonu yani, flora ve faunası mevcut.
Trakya’nın Ege Denizi’ndeki kıyısı Saros Körfezi, tarihi Gelibolu Yarımadası’nın uç noktasından Enez’e (Yunanistan sınırı) kadar uzanan tektonik kökenli bir çöküntü. İlkçağda Melas ve Xeros adlarıyla anılan körfez, sualtı akıntılarının fazlalılığı, herhangi bir büyük yerleşimin ve sanayileşmenin olmaması sebebi ile Ege Denizi’nin en temiz bölgelerden biri.
Ege Denizi bölgesel konumu ve ekolojik özellikleri açısından Akdeniz ekosisteminde özel bir öneme sahip, biyolojik özellikleri açısından kendine özgü bir yapısı var. Karadeniz ve Akdeniz sularının buluşma havzasını oluşturan Ege Denizi’nin kuzey ve güney suları ısı ve tuzluluk açısından birbirinden farklı özellikler taşıyor. Yaz aylarında yüzey sularının sıcaklığının 20 dereceye kadar yükselmesine rağmen 10 metrenin altındaki derinliklerde sıcaklık 15-17 derecede seyrediyor. Bu özellikler nedeniyle bölge, soğuk ve sıcak seven canlı türlerinin buluşma noktası adeta. Kuzey Ege bölgesinde Batı Akdenizli formlar, Güney Ege bölgesinde ise Doğu Akdenizli formlar egemen durumda. Saros Körfezi ise besin tuzlarınca zengin Karadeniz’in ve Marmara Denizi’nin sularıyla beslenen gerçek bir mucize. Suların diğer denizlere göre berrak oluşu, ışığın önemli derecedeki derinliklere ulaşmasına imkân veriyor. Bu da zemindeki canlı topluluklarının nispeten zenginleşmesini ve bunlarla beslenen dip balıklarının artmasını sağlıyor. Yani Kaptan Cousteau’nun 1970’li yıllarda Saros’ta daldıktan sonra körfezi “Kızıldeniz’in kuzey versiyonu” olarak değerlendirmesi boşuna değil.
Saros Körfezi kendi kendini temizlemesi ile de ünlü. Yılda üç defa şubat, nisan ve temmuz aylarında tabanda soğuk su ve yüzeyde sıcak suyun yarattığı akıntılar, körfezi içine atılan tüm artık ve atık maddelerden kurtarıyor. Doğal yeteneği sayesinde Saros, temizliğini ve berraklığını yitirmeyen nadir denizlerden. Yaz aylarında güney sularının ısınması ve çevresel ısı yüksekliği dalış tutkunlarını Saros Körfezi’ne yönlendiriyor. İstanbul’a yakın olması nedeniyle her seviyeden dalgıcın en çok tercih ettiği bölgelerin de başında. Sualtı sporları kulüpleri de özellikle hafta sonları körfeze akın ediyorlar.
Saros Körfezi sualtı biyolojik çeşitliliği ile insanı kendine hayran bırakan göz alıcı bir uyuma sahip. Körfez, sularındaki oksijen ve besin tuzlarının etkisiyle zenginleşen fauna ve florası sayesinde biz sualtı fotoğrafçılarına geniş bir mönü sunuyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma savaş gemilerinin batıkları ve onların üzerinde yaşamını sürdüren yüzlerce organizma da cabası. Çanakkale Boğazı’nın çıkışındaki Kaptan Franko, körfez açıklarındaki 27 metre derinliğiyle rahat bir dalış ortamı sağlayan Lundy batığı, geniş açı görüntülerin yanı sıra, üzerinde yaşam süren organizmaları yla makro görüntüler almaya da olanak sağlıyor.
Kendine özgü farklılıklarıyla Saros Körfezi’nin görülmeye değer canlı türleri tüm sualtı severlerin ilgi odağı. Sualtında, Akdeniz ve Ege’nin derinliklerinde rastladığımız kırmızı dal süngerleri (Axinella polypoides), ayrıca kayaların üzerlerinde pembe, kırmızı veya mor renkleriyle pamuk süngerlerini de görmek mümkün. Tropik sulardaki tür çeşitliliğine özlem duyanlar Saros Körfezi’nin Ege’ye açılmadan önceki son kayalığı olan ve sarı sünger anemonları (Parazoanthus axinella) ile kaplı Bebek Kayalıkları’nda mutlaka dalmalılar. Anemonlarının içinde yaşayan kaya balıklarını (Gobius bucchichi), karidesleri (Periclimenes aegylios), mürenleri (Muraena helena), mığrıları (Conger conger), istakoz ve yengeç gibi kabukluları burada görebilirsiniz. Bölgenin sevimli, küçük sakinleri olan karabaş balıkları (Tripterygion sp.), doğal kamuflaj ustası iskorpitler (Scorpaena sp.), kaya kovuklarından meraklı gözlerle etrafa bakan kaya balıkları, hani balıkları (Serranus sp.), lahoz ve sarıkuyruk gibi onlarca balık türünü bir arada gözlemleme keyfi en iyi burada yaşanır.

► AHTAPOTLAR

DENİZİN ZEKİ KOLLARI
Kırk sekiz saat boyunca karada yaşayabilecek kadar dirençli, bir anda ortadan kaybolabilecek kadar marifetli, hiçbir şey hissetmeden ateşin içinden geçebilecek kadar dayanıklı, denizlerin sekiz kollu en zeki canlıları olan ahtapotlar…
Zoologlar; omurgasızlar arasında tam donanımlı bir beyin yapısına sahip tek canlı olarak gösteriyor ahtapotları. Hayati tehlike yaşadıkları bir yeri, aradan yıllar geçse bile yeniden gördüklerinde tanıyabiliyor ve oradan hemen uzaklaşıyorlar. Bir kaza ya da saldırı sonucunda kollarından birkaçını yitirirlerse, kısa bir süre içinde o kollara yeniden sahip olabiliyorlar. İnsanlar için tamamen zararsız olan ahtapotlar, güçlü kollarını avlanma ya da korunma için kullanıyorlar. Görme yetenekleri omurgalılarla kıyaslanabilecek kadar yüksek. Kafalarından çıkan ve uzunluğu türlere göre değişen, vantuzlarla donatılmış güçlü kolları ahtapotun en önemli silahı ve korunma organı. Bu kolların gücünden etkilenen Victor Hugo bile ‘Denizin İşçileri’ adlı romanında onları şöyle betimlemiş, “deri gibi elastik, çelik kadar sert ve gece gibi soğuk”.
SABIR VE ZEKÂ KÜPÜ
Ahtapotun her bir kolunda tek ya da çift sıra halinde dizilmiş yaklaşık iki yüz kırk civarında vantuz bulunuyor. Saklandığı yer ile mükemmel bir uyum gösterecek şekilde renk değiştirebiliyorlar ve en önemlisi de hareketsiz bir şekilde saatlerce avlarını bekleyecek kadar sabırlılar. Daha çok yengeç, ıstakoz ve midye gibi kabuklu deniz hayvanlarıyla besleniyor. Avlanma sırasında sabrın yanı sıra yüksek bir zekâ da gösteren ahtapot, çok değişik yöntemler uygulayabiliyor. Mesela, güçlü kaslara sahip olduğundan kabuklarının açılması oldukça zor olan midye gibi hayvanları avlamak için herhangi bir güç gösterisine girişmiyor. Sadece onun yanına sakince uzanıp beklemeye başlıyor. Bazen saatlerce süren bu bekleyişin bir anında, midye beslenmek amacıyla kısa bir süre için kabuğunu açınca, ahtapot küçük bir taşı hemen kabuğun arasına koyuyor ve midyenin kabuklarını yeniden kapatmasını engelliyor. Ondan sonrası ahtapot için tam bir “Tiffany’de Kahvaltı”. Ahtapotların zorlu avlar için kullandığı iki ölümcül silahı var. Ağız boşluğunun ortasında yer alan gagası ve gerektiğinde salgıladığı bir tür zehir. Gagası, en sert ve kalın kabukları bile kırabilecek kadar dayanıklı ve keskin. Tükürük bezlerinden salgıladığı zehir ise avın sinir sistemini etkiliyor ve kısa sürede ölümüne neden olabiliyor.

DUMAN PERDELERİ
Besin değeri yüksek olan ahtapotun her dönemde bir avcısı bulunuyor. Onlar da avcılarından kurtulabilmek için çeşitli savunma organları geliştirmişler. Renk değiştirme ve kamuflaj yetenekleri ile solungaçları arasında yer alan bezlerden salgıladığı mürekkep ahtapotların en önemli savunma araçları. Ünlü deniz bilimci Jacques-Yves Cousteau, “mürekkep fışkırtmanın ahtapotu gizleyen bir duman perdesi olduğunu düşünüyorum, çünkü salgı su içerisinde dağılmadan kuyruklu bir gölge gibi asılı kalıyor ve bu da ahtapotu gizleyecek kadar küçük bir siluet” diyor.

Mürekkep, ahtapotların en büyük düşmanı olan müren balıklarının da koku alma duyusunu saatlerce felç edebilecek güce sahip. Birçok avantaj sağlasa da mürekkep, aynı zamanda ahtapotun sonunu getirebilecek kadar da tehlikeli bir silah. Mürekkebi fışkırttıktan sonra kaçan ahtapot kendi bıraktığı bu bulut içerisinde birkaç dakika kalacak olursa zehirlenerek ölebiliyor. Ahtapotlar, ıslak beze sarılırsa karada 48 saat boyunca yaşayabilme becerisini de gösterebiliyorlar.

ANNE AHTAPOTUN FEDAKÂRLIĞI
Ahtapotlar, yaşamları boyunca sadece bir kez eşleşiyorlar. Utangaç erkek ahtapot, dişi olana dokunduğunda kızarıp renk değiştiriyor. Dişi ahtapot, döllenmiş yumurtaları salkımlar halinde diziyor. Her salkımda 150-200’ü bulan yumurtalardan ancak birkaç tanesi ergin bir ahtapota dönüşebiliyor. Dişi ahtapot kollarındaki ince zarlar yardımıyla yumurtaları nazikçe tutup onların temiz kalmalarına özen gösteriyor. Sifonu ile su akımı yaratarak yavrularına oksijen veriyor. Annelik ve fedakârlık duyguları çok gelişmiş olan ahtapot, yumurtalarını bıraktıktan sonra yemekten kesiliyor ve beş ay boyunca yavrularının yumurtadan çıkmasını bekliyor. Bu fedakârlığın sonunda yavruları hayata merhaba dediğinde, kendisi de hayata veda ediyor.


Hawaii dilindeki karşılığı ‘kayıp giden hayalet’ olan ahtapotlar, kafadan bacaklılar ailesindeki en gelişmiş sinir sistemine sahipler. Deniz bilimcilerin çoğu, ahtapotu dünyanın en zeki omurgasızı olarak tanımlıyorlar. Hatta zekâ seviyelerinin evcil kedilerle eşit olduğunu söyleyenler de var. Deniz bilimci Neil Mc Daniel onlar için “gözlerinde anlam dolu bir bakış var ve sanki bizleri tanıyor gibi” diyor.

9 Kasım 2008 Pazar

► ÖLÜNCE MSN HESABINIZA NE OLACAK?

Ölen Birinin MSN Hesabı Ya da İnternetteki Resimlerinin Akıbeti Ne Oluyor?
Örneğin bir MSN hesabının, resimlerin ya da blog yazılarının sahibi olan kişi hayata veda ettiğinde, bu kişinin internette yayınladığı materyaller ne oluyor?

Olaya hukuki açıdan bakıldığında sorunun cevabı aslında gayet açık. OUT-LAW.com' da editör olarak görevini sürdüren Struan Robertson'a göre kişi telif hakkına sahip olduğu tüm materyalleri dilediği bir kişiye miras bırakabilir. Robertson'ın bu konudaki düşüncesi ise şöyle: "Diğer bir deyişle eğer istersem, ölümümden sonra internette bulunan fotoğraflarımı veya sitemi bir arkadaşıma bırakabilirim. Bunu yapmadığım taktirde 70 yıl boyunca bu materyaller internet üzerinden yayınlanmaya devam eder ve akabinde yayından kaldırılır."

Örneğin Facebook gibi sitelerde kullanıcı hesabını pasif konuma getirmediği müddetçe aktif olarak kaldığı biliniyor ve kullanıcı Facebook'taki verilerini kendisi silmediği müddetçe tüm bu veriler aynen hayatta kalmaya devam ediyor.

Ölümün Ardından Domainlerin Durumu
Websiteleri söz konusu olduğunda işler biraz daha karışıyor. Bir domain ismi satın aldığınızda, bu domain'in süresi genellikle 2 yıllık bir süreyi kapsar ve bu sürenin sonunda domain'inizi yenilemezseniz, hakkınız elinizden alınmış olur.

Bunun yanında kişilerin kendisine ait olan blog sayfalarının durumu da önem teşkil ediyor. Örneğin Wordpress.com, herhangi bir blog hesabı pasif durumda olsa bile bu hesaba ellemiyor ve yayınlanmaya devam ediliyor.

Bu konuya geniş yer ayıran Forbes dergisine göre, eğer kullanıcılar öldükten sonra hesaplarıyla ilgili planları varsa, bu durumda kullanıcıların kullanıcı adı ve şifreleri gibi anahtar verileri güvendikleri birine vermelerini öneriyor. Bu sayede ölümünün ardından tam yetkiyle donatılmış olan kişi, ölen kişinin hesabını ortadan kaldırabilir.

8 Kasım 2008 Cumartesi

► SAKAL TIRAŞIYLA İLGİLİ PÜF NOKTALARI

Tıraş, çoğu erkek için daha genç, daha yakışıklı ve temiz görünme anlamını taşırken, aslında cilt bakımı için de büyük önem taşır.

BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
Yüzümüzde ortalama 15,000 kıl bulunur, bu kıllar günde 38 mm uzar. 15 yaşın üzerindeki erkeklerin %90’ı istenmeyen kıllardan kurtulmak için düzenli olarak tıraş olur. Tıraş ortalama 3 dakika sürerken, bir tıraş bıçağı da maksimum 9 kez kullanılır. Bu rakamlar kullanıma ve cilt özelliklerine göre değişkenlik gösterebilir. Buda ortama erkek ömrünün 3350 saatini yani 139 gününü alır ve erkeklerin %70’i ıslak tıraşı tercih eder.

ERKEK CİLDİ KADIN CİLDİNDEN ÇOK FARKLI
Erkeklerin cildi kadınların cildine oranla daha kalın ve dayanıklı olup, erkek cildinin sakal ve tıraş yüzünden daha çok yıpranması nedeni ile bakımına daha da önem gösterilmesi gerekir. Günlük tıraşta yaralanma ve enfeksiyon problemleri ile karşı karşıya olan erkek cildi, kadın cildine oranla daha çok özen ister. Erkek ciltleri de kendi aralarında da bireysel farklılıklar gösterir.

TIRAŞIN CİLDE VERDİĞİ ZARARLAR
Islak ya da kuru tıraş, her ikisi de cildi kurutur. Özellikle ıslak tıraşta, yani tıraş bıçağı ile tıraşta kıl kökleri, foliküller daha çok incinmeye maruz kalır. Bunun sonucunda kıl dönmeleri ve iltihaplar ortaya çıkar. Bu cildi rahatsız eder ve dış etkenlere karşı hassaslaştırır. Bu problemleri doğru bir bakım ile en aza indirmek için her şeyden önce hijyene dikkat edilmesi gerekir. Kullanacağınız ürünlerin çok az alkol içermesine ve tıraş kreminin ya da köpüğünün cilt tipine uygun olmasına dikkat etmek gerekir.

TIRAŞ SONRASI BAKIM
Tıraş öncesi bakım gibi tıraş sonrası bakım da önem taşır. Birçok erkek dezenfektan olsun diye kolonya ya da alkollü tıraş sonrası losyonu kullanır; bu, cilde faydadan çok zarar verir. Çünkü alkol hücre öldürücü etkisi ile tıraşta meydana gelen olası kesiklerin iyileşmesini geciktirir.Tıraştan sonra cilt tipine uygun bir tıraş sonrası losyon hem cildi dinlendirir, hem de besler.

DAHA RAHAT BİR TIRAŞ İÇİN BİR KAÇ KÜÇÜK TAVSİYE
  • Cildi köpürtmeden önce sıcak su ile durulayın. Sıcak su, sakalı yumuşatır ve cildin gözeneklerinin açılarak sakalların kolayca kesilmesini sağlar.
  • Sıcak su ile durulanmış cilde, tıraş kremi veya tıraş köpüğünü iyice yayarak masaj yapın. Tıraş köpüğü kullanılıyorsa ayrıca fırça kullanmak gerekmez. Köpük ıslatılmış avuca sıkılarak yüze yayılır.
  • Kolay bir tıraş için 3 ya da 2 bıçaklı tıraş makineleri tavsiye edilir. Tıraş sırasında makinenizi sık sık sıcak su ile durulamak bıçaklar arasında köpük ve kesilmiş sakalların birikmesini önler.
  • Çene ve boynun en son sırada tıraş edilmesi gerekir. Böylece su ve köpük, sakalların en sert olduğu bu bölgeleri yumuşatmak için cilt üzerinde daha uzun süre kalır.
  • Tıraş işlemi bittikten sonra cildin soğuk su ile durulanması gerekir. Soğuk su cildin açılan gözeneklerini kapatarak, doğal dengesini tekrar bulmasını sağlar.
  • Yumuşak bir havlu ile hafifçe nemi alınan cilde mutlaka tıraş sonrası bir bakım ürünü sürülmesi gerekir.

2 Kasım 2008 Pazar

► NEDEN ESNİYORUZ?

Uykusuzluk, can sıkıntısı, halsizlik... Bugüne kadar insanların neden esnediği üzerine pek çok teori üretildi. Bunların yanı sıra 'kandaki düşük oksijen seviyesi' de kimi zaman esnemeyle ilişkilendirildi. Ama bunların hiçbiri esnemenin temel nedeni değil. Meğer beynimiz serinlesin diye esniyormuşuz.
New York Üniversitesi patololoji profesörü Andrew C. Gallup'a göre, neden esnediğimizi aslında kimse bilmiyor, ancak o ve ekibinin yeni bir açıklaması var: Esneme vücudun beyni serinletmesi için bir yöntem.
Ekip çalışmada, deneklerin beyinlerinin ısındığı zamanlarda daha sık esnediğini gözlemlediklerini açıkladı.
Esnemenin, vücudun diğer sistemleri yetersiz kaldığında, beyin sıcaklığını düzenlediği yönündeki teoriyi ispatlamak için araştırmacılar, insanların çevresinde birileri esneyince, hemen esnemeye başladıkları gerçeğinden hareket etti.
Gönüllüler, gülen ya da esneyen insan görüntülerinin olduğu filmin oynatıldığı odaya alındı. Gözlemciler deneklerin ne sıklıkta esnediğini inceledi. Bazı deneklerden filmi izlerken burundan nefes almaları, daha sonra da alınlarına sıcak ya da serin tamponlar bastırmaları istendi. Beynin serinlemesini sağlayan alna buz konulması ve burundan nefes alınması sırasında, bulaşıcı esnemenin kesildiği görüldü.

1 Kasım 2008 Cumartesi

► "İLK"LERLE İLGİLİ BİLGİLER

İLK DEFA SİNÜSÜN KULLANILMASI
Battanî, 10. yy’da sinüs ile hesaplar yapmaya başladı.
İLK DEFA TANJANTIN KULLANILMASI
Ebu’l Vefa, 10. yy’da matematiğe tanjantı getirdi.
İLK DEFA SIFIRIN KULLANILMASI
Harezmî, 9. yy’da sıfırı buldu. Daha önceki yıllarda sıfır yerine boşluk bırakılıyordu. Bu da zaman zaman işlem hatalarına yol açıyordu. İlk olarak Türk matematikçi sıfırı Avrupalılara tanıttı ve hemen kabul gördü.
İLK DEFA ALGORİTMANIN KULLANILMASI
Harezmî, 9. yy’da algoritmayı kullanmıştır. (Algoritma ismi Harezmî’nin değişmiş hâlidir.)
İLK BİNOM AÇILIMI
Ömer Hayyam 11. yy’da binom açılımını kullanmıştır.
İLK PASCAL ÜÇGENİ
Ömer Hayyam 11. yy’da Pascal üçgenini kullanmıştır.
"pi" SAYISININ HESAPLANAN EN BÜYÜK DEĞERİ
Yıllarca pi sayısının tam değeri bulunamadı. Günümüzde ise 1 milyarıncı basamağa kadar biliniyor.
İSİMLENDİRİLMİŞ EN BÜYÜK SAYI
10 üzeri 100 sayısı. (1 ve yanında 100 tane sıfır) ‘Googol’ olarak adlandırılır.
ROMA RAKAMI İLE YAZILAN EN UZUN SAYI
3888 sayısı: MMMDCCCLXXXVIII
EN UZUN DOMAİN ADI
Bir köyün adı olan
adresi en uzun alan adıdır. Hatta bu köyde her yıl köyün adını doğru söyleme yarışmaları yapılmaktadır.
EN PAHALI ALAN ADI
http://www.bussiness.com 745 milyon $’a satıldı.
İLK İNTERNET
1958 yılında Amerikan ordusunun kendi arasında haberleşmek için kurduğu ağ ilk internet ağıdır. Daha sonra yaygınlaşan sistem, 70’li yıllarda halka açıldı Fakat en büyük ilerleyişini 90’larda yaptı.
İLK E-POSTA
1972 yılında ilk defa e-posta gönderildi. Adres yazılırken, anket sonucunda “$” ve “@” işaretlerinden “@” seçildi.
İLK MOUSE
Yüzyılın en büyük buluşlarından sayılan mouse 1981 yılında icat edildi.
İLK GÖZLÜK
1280 yılında İtalya’da yapıldı.
İLK DENİZALTI
Nautilius 1801 yılında suya indi.
İLK ÇAMAŞIR MAKİNESİ
1907 yılında bir Amerikan firması yaptı.
İLK FOTOĞRAF
1826 yılında Fransız Niepce tarafından çekildi. Bu ilk fotoğrafın çekilmesi 8 saat sürmüştür.
EN KÜÇÜK FOTOĞRAF MAKİNESİ
Bir Amerikan firması kredi kartı büyüklüğünde, 6 mm inceliğinde (dikkat edin kalınlığında demiyorum) ve 35 gram ağırlığında bir dijital fotoğraf makinesi yaptı.
İLK DİKİŞ MAKİNESİ
Thimonnier, 1830 yılında yaptı.
MORS ALFABESİNİN İLK KULLANILMASI
1843’te Samuel Morse icat etti. Nokta ve çizgilerden oluşan Morse alfabesinin en bilinen mesajı S O S’tur.
EN UZUN YÜRÜYEN MERDİVEN
Rusya’daki bir metroda bulunan bir yürüyen merdiven 730 basamaklıdır.
İLK ASANSÖR
1857 yılında New York’taki küçük bir dükkânda kuruldu.
İLK METRO
1863’te Londra’da seferlere başladı.
İLK MAKİNE
M.Ö. 3500 yıllarında Sümerliler tarafından yapılan su çekme makinesi bilinen ilk makinedir.
İLK DAKTİLO
1808 yılında İtalyan bir gazeteci tarafından yapıldı. Önceki basit örneklerine göre çok daha kullanışlı ve dayanıklı idi.
İLK AMPUL
Joseph Swan – 1878 ve Thomas Edison – 1879
İLK TELEFON REHBERİ
1878’de sadece 50 kişinin adının olduğu bir telefon rehberi hazırlanmıştır.
İLK ASPİRİN
Her derde deva aspirinler ilk defa 1897 yılında Alman Felix Hoffman tarafından üretildi.
İLK OTOMOBİL TASARIMI
1868 yılında Belçikalı Ferdinand Verbiest adlı bir rahip, çalışan ilk otomobil modelini çizdi.
EN UZUN OTOMOBİL
İki zengin tarafından yapılan 16,5 metrelik ve 10 tekerlekli otomobil, 15 ayda tamamlanabilmiştir.
EN BÜYÜK LİMUZİN
Zaten büyük olan limuzinlerin en büyüğü 327 cm yüksekliğinde ve 7,5 metre uzunluğundadır. Özel bir tasarım olan limuzinin 8 tekeri vardır. Gerektiğinde araç 60 cm daha yükseltilebilmektedir.
İLK MOTOSİKLET
1885 yılında Daimler tarafından ilk içten yanmalı motorlu motosiklet yapılmıştır.
İLK BİSİKLET MODELİ
Leonardo da Vinci tarafından 1493’te çizilmiştir.
EN BÜYÜK BİSİKLET
Belçika’da yapılan bir bisiklet, 35 kişi tarafından sürülebiliyordu. Ancak bu bisiklet, hiçbir zaman 20 metreden fazla yol alamamıştır. Zaten 35 kişinin de uyum içinde bisiklet sürmesini beklemek hata olurdu.
SES HIZINI AŞAN İLK UÇAK
1947’de Amerikan hava kuvvetlerine bağlı bir uçak, ses hızını aşan ilk uçak oldu.
İLK DENİZ UÇAĞI
1910 yılında Henry Fabre yaptı.
İLK TELEVİZYON
Logie Baird televizyonu buldu ve 1926 yılında geniş bir alana televizyon yayını yaptı.
EN ÇOK TELEVİZYON OLAN ÜLKE
Çin’de yaklaşık 410 milyon televizyon vardır.
İLK ELEKTRON MİKROSKOBU
Alman Kroll ve Ruska tarafından 1933’te icat edildi.
İLK FOTOKOPİ MAKİNESİ
1938’de Carlson yaptı.
İLK HELİKOPTER
1939 yılında Rus Scorsky tarafından yapıldı.
İLK MİKRODALGA FIRIN
1945 yılında Amerikalı Spencer yaptı.
İLK BİLGİSAYAR
John Mauchy ve Presper Eckert 1946 yılında ENIAC adlı bilgisayarı yaptı. Bu devasa bilgisayar 10.000 dolara bile alıcı bulabiliyordu.

29 Ekim 2008 Çarşamba

► NEDEN GÜLERİZ?

Böyle de soru mu olur, tabi ki fıkralara, komik laflara ve olaylara gülüyoruz diyebilirsiniz. Ama araştırmalar olayın bu kadar basit olmadığını gösteriyor. Tabi sizler de haklı olabilirsiniz.
Gülmek araştırmacılar tarafından yıllarca araştırıldığı kadar karmaşık olmayıp, ilkel atalarımızdan kalan, çevremize uyum ve sosyal hayatı paylaşmakla ilgili bir davranış biçimi de olabilir. Bebekler doğar doğmaz içgüdüsel olarak ağlarlar ama ancak dört hafta sonra gülümsemeye başlarlar. Anne ve babanın bundan mutluluk duyduğunu hissettikçe bebeklerin gülmeleri fazlalaşır.
Gülmek bir çeşit dışa vurum gibidir. Gülerken kalp atışı hızlanır, derin nefes alınır, beyin tarafından 'endorfin' denilen kimyasallar salgılanır. Endorfin ise vücudumuzda gerginliği, ağrıyı azaltır. Gülmek de üzüntü veya öfke gibi bir boşalma yoludur, ancak bunun niçin böyle olduğu tam olarak bilinmiyor. Şüphesiz hepimiz güldükten sonra kendimizi daha iyi hissediyoruz.
Gülerken bedendeki gerginlik, kaslardaki denetimin yitirildiği noktaya kadar azaldığından, sandalyeden düşebiliyoruz veya birçok olayda kendimizi tutamıyoruz. Gülmek sosyal ilişkilerde mutluluğu paylaşmak gibi görülebilir ama her zaman mutluluk ifadesi değildir. Hepimiz patronumuzun yaptığı bir şakaya (pek komik olmasa bile) gülme eğilimindeyizdir. Yani güç, karşısında daima tebessüm eden yüzler görür.
Çok yüksek sesle gülmek, gelebilecek tehlikelere karşı sinirsel bir reaksiyon da olabilir. İki insan arasındaki bir mücadelede, bir oyunda güçlü olan zayıfı ezerken de gülebilir. Yani gülmek, gücün ve saldırganlığın bir göstergesi de olabilir.
Gülerken insanın yüz ifadesinden mutlu olduğunu herkes anlar ama o yüz ifadesi ile arkasında yatan duygular arasındaki ilişkiyi psikologlar bile hala tam olarak izah edemiyorlar. Hala bir müsabakayı kazanıp mutluluktan gülmesi gerekenlerin niçin gözyaşları içinde ağladıklarının, ağlaması gereken bir yerde bir insanın yine gözyaşları içinde kahkahalarla niçin güldüğünün sebebi anlaşılmış değildir.
Ancak bu arada kahkaha ile gülmekle, gülümsemeyi ayırt etmek gerekir. Gülümsemek kesinlikle insanın, karşısındaki için iyi şeyler hissetmese bile kendisi için bir mutluluk ifadesidir.
Yapılan bir araştırmaya göre insanlar 50'li yıllarda günde ortalama 18 dakika gülerken, bu süre günümüzde 6 dakikaya düşmüş bulunmaktadır. Yetişkinlerin günde ortalama 60, çocukların ise 500 kez güldüğü ve bir gülüşün ortalama 6 saniye sürdüğü araştırmacılar tarafından saptanmıştır.

19 Ekim 2008 Pazar

► YALAN MAKİNESİ YALAN SÖYLEYENİ GERÇEKTEN BELİRLER Mİ?

Televizyondan veya gazetelerden, bizde pek olmasa da ABD'de polis sorgulamalarında gerektiğinde bir sanığın yalan makinesine bağlanarak, doğruyu söyleyip söylemediğinin kontrol edildiğini görmüş veya okumuşsunuzdur. Hatta ABD'de FBI veya CIA gibi çok önemli devlet görevlerine alınmaya aday memurlara da bu test uygulanmaktadır.
Yalan testine sokulacak kişilerin vücuduna 4-6 adet sensör bağlanır ve 'Polygraph' denen bir alet ile bu sensörlerden gelen veriler kayıt altına alınır. Bu veriler sürekli olarak dönen bir kolun kağıt üzerine çizdiği çember şeklindeki grafikleri oluşturur. Sensörler test yapılan kişinin;
  • Nefes alış hızı
  • Nabzı
  • Kan basıncı (tansiyonu)
  • Terleme miktarı

gibi verileri kayıt altına alır. Bazı çeşitlerinde insan vücudunun o anki hareketleri bile kayıt altına alınır.

Test edilen kişi cihaza bağlandıktan sonra kişinin normal değerlerinin tesbit edilmesi gerekir. Bu nedenle kişiye basit birkaç soru sorulur ve daha sonra karşılaştırılmak üzere kaydı alınır. Daha sonra doğruluğu test edilecek olan sorular sorulur ve bunlarında kaydı tutulur.

Test yapılırken orada bir uzman bulundurulur ve bu uzman sürekli olarak grafikleri takip eder. Sorulan sorularda değişen grafiklere bakarak nerede yalan söylenildiğini tesbit eder. Kalp atışının hızlanması, tansiyon yükselmesi ve terleme gibi etkenler yalan söylemenin belirtileridir. İyi bir uzman bu belirtiler ışığında yalan söylenilen anı hemen tesbit edebilir.

Tüm bu tesbit ve tecrübelere rağmen yalan makinasından elde edilen veriler kesin olarak kabul edilmez. İnsanların soruları yorumlara şekilleri veya yalan söylerken verdikleri tepkiler değişiklik gösterebilir. Bu yüzden mükemmel değildir.

18 Ekim 2008 Cumartesi

► SABUN NEDİR, NASIL YAPILIR?

SABUN NEDİR?

Basit bir anlatımla sabun, bir asit ile (yağ asidi) bir bazın (alkali) reaksiyonu sonucunda oluşan tuza verilen addır. Her yağın içerdiği yağ asitleri değişik olup cilde yarar ve zararları da değişiktir. Yine her yağı sabunlaştırmak için gerekli alkali oranı da değişiktir. Bu oran çok dikkatli hesaplanmadığı takdirde ya sabunlaşma tam olarak gerçekleşmez, ya da sabunda kalan sabunlaşmamış alkali (serbest alkali), cildin tahriş olmasına yol açar. Eski çağlarda alkali olarak kullanılan sabun bazı(kostik) bulunmadığından, bazı ağaçların odunlarının külleri içersinden su geçirilerek alkali elde edilirdi. Bu şekilde elde edilen alkalinin derecesi hiçbir zaman aynı olmadığı için üretilen sabunların evsafları da birbirini tutmuyordu. Günümüzde bile pek çok sabun imalathanesinde sabun bazı,"ustaların" göz kararı ile kullanılmaktadır.
SABUN ÇEŞİTLERİ
Piyasalarda pek çok sabun çeşidi bulunmaktadır. Bunlardan en fazla bilinenleri, fabrikasyon sabunlardır. Değişik marka, şekil, renk, koku ve ambalaj çeşitleri ile piyasaya sürülen bu sabunlar, içerdikleri kimyasallar, boya ve suni maddeler nedeniyle batılı ülkelerde "deterjan" olarak da adlandırılmaktadırlar. Sadece temizlik amaçlı olup cilde hiçbir faydaları bulunmamaktadır. Dahası, yabancı kaynaklarda belirtildiğine göre deri ve kılcal damarlar yolu ile dolaşım sistemine dahil olan bu maddeler, uzun vadede insan sağlığını olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle sağlık bilinci gelişmiş ülkelerde sabunların da doğal olanlarına karşı büyük bir talep patlaması gözlenmektedir. Daha çok küçük ölçekli yerel imalathanelerde 5-15 tonluk kazanlarda kaynatılarak üretilen, hatta bazıları doğal sabun, defne sabunu, zeytinyağı sabunu vs. adlar altında satışa sunulan sabunlarda ise ucuz olmaları açısından zeytinin yağı çıkarıldıktan sonra kalan posasından elde edilen pirina yağı, hayvansal yağlar (don yağı), atık yağlar ve benzeri düşük kaliteli yağlar kullanılmaktadır. Defne ve diğer yararlı yağlar ise %3-5 gibi çok düşük oranlarda kullanılmaktadır. Ayrıca kaynatılarak elde edilen bu sabunların göreceli olarak daha kaliteli yağ kullanılanlarında bile, ısıdan dolayı yağların bütün olumlu özellikleri kaybolmaktadır.
Kaynama sonucunda dibe çöken gliserin ile karışık bir sıvı ya atılmakta, ya da gliserin ayrıştırılarak kozmetik firmalarına satılmaktadır. Sabunun sertliğini sağlamak üzere ya kostik oranı fazla tutulmakta ve/veya hayvansal yağlar ilave edilmektedir. Fazla kostik serbest alkali olarak cildi tahriş etmeye, hayvansal yağlar ise derideki gözenekleri tıkamaya yol açmaktadır. Yine piyasada “gliserinli sabun” adı altında satılan şeffaf sabunlarda ilave edilen gliserinin yanı sıra alkol, şeker, ısı, basınç gibi teknikler uygulanmaktadır. Ayrıca suni koku ve renklendiriciler, alkol ile birlikte cildin kurumasına yol açabilmektedir. Bazı şeffaf gliserin sabunlarında ise Propylene Glycol (Antifriz) ve Diethanolamine (DEA) maddeleri kullanılmaktadır. Bütün bu sabun çeşitleri, "sıcak işlem" adı verilen kaynama sıcaklıklarında üretilmektedir. Bu ise yağların yararlı özelliklerinin kaybolmasına ve sabunun gliserinden yoksun olmasına yol açmaktadır.
SABUN NASIL ÜRETİLİR?
Sabunun ana maddesi NaOH, yani sodyum hidroksittir. Nasıl yapıldığına ilişkin bilgi aşağıdadır:
A. MALZEMELER:
  1. En ucuzundan zeytinyağı
  2. Su
  3. Sud kostik (NaOH, yani sodyum hidroksit)
  4. Termometre
  5. Sabun kalıpları
  6. Çelik tencere (6 litrelik)
  7. Bir su bardağı (ölçek olarak)
  8. Tahta yemek kaşığı ve mikser (Dikkat: blender değil!, mikser).
B. YAPIM:
  1. Çelik tencereye 6 bardak su koyun. İçine yavaş yavaş 1 bardak NaOH'ı karıştırarak ekleyin. (Çok dikkat edin, hepsini bir kerede döküvermeyin.) Bu karışım exotermik reaksiyonla kendi kendine ısınıverir. Bunun 40°C’ye düşmesini bekleyin.
  2. 3 bardak zeytinyağını ayrı bir kapta 40°C’de ısıtın.
  3. Kostik 40°C’ye düşünce, 40°C’deki yağı yavaş yavaş tahta kaşıkla karıştırarak çelik tenceredeki kostiğe dökün. Kaşığı bırakın, mikserle minimum 10 dakika düşük devirle karıştırın. Etrafa sıçratmamaya büyük özen gösterin. Özellikle gözünüze ve cildinize temas etmesin. Temas ederse bol suyla yıkayın. 10 dakika sonra bırakın; bundan sonra her 5-10 dakikada bir mikserle 1-2 dakika süreyle yine karıştırın.
  4. Bu aralıklı karıştırma işine, karışım koyu boza veya muhallebi kıvamına gelene kadar devam edin. Kaşıkla yardığınız zaman kaşık izi kalıyorsa olmuş demektir. Bu karıştırma işlemleri sırasında 40°C’yi muhafaza etmeniz gerek. Termometre ile kontrol edin. 3-5 derecelik sıcaklık farkları işi bozmaz.
  5. Çelik tencereyi bir battaniyeye sarın (tıpkı yoğurt mayalar gibi) ve 24 saat bekletin. Bu sürede açıp bakmayın ne oluyor diye.
  6. 24 saat sonra çıkarın, kalıplara dökün. Kalıplarda 2-3 gün bekletin.
  7. Sabunları kalıptan çıkarın, havalanacak şekilde bir tel ızgara üstünde 2 ay bekletin. Üstü beyaz toz yapabilir, meraklanmayın; bu sodadır, fırçalayınca gider.

DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

  • Arap sabunu dediğimiz jel sabun isterseniz NaOH yerine KOH, yani potasyum hidroksit kullanabilirsiniz. Jel sabun için kalıba gerek yoktur.
  • Kalıplara döktükten sonra bütün kapları sabunlu sıcak suyla yıkayın.
  • Kalıp için en pratik yol şu: Yarım metre boyunda 70 veya 100 mm çapında bir atık su borusunun bir ucunu kapayarak sabunu buna dökün. 2-3 gün sonra sabunu borunun bir ucundan itince öbür taraftan çıkar. Bunu istediğiniz kalınlıkta dilimleyebilirsiniz.

SABUNUN TARİHÇESİ
Sabun 2. Dünya Savaşı sonrasına kadar kazan kaynatma yöntemi ile yapılırdı. Ülkemizin bazı kesimlerinde hala uygulanmakta olan bu yöntemde yağlar bir tuz yatağının üzerinde kaynatılır ve suda çözülmüş sodyum ya da potasyum hidroksit eklenerek sabunlaşma reaksiyonu elde edilir.

Bu yöntem ülkemizin kırsal kesimlerinde, evde kullanılmış yağları, zeytin, pamuk gibi endüstriyel yağ bitkilerinin posalarında kalan ve çoğunlukla kimyasal yöntemlerle çıkarılan yağları sabuna çevirerek değerlendirme amacı ile kullanılmaktadır. Çoğunlukla dededen kalma formüller ve uygulamalarla gerçekleştirilen bu yöntem sonucu elde edilen sabun, çamaşır sabunu olarak kullanılır. Vücut temizliği için pek elverişli değildir.

Kontrollü ve güvenli sabun yapımı için devamlı laboratuar denetimi ve mekanik sabunlaştırıcılar gereklidir. Yüksek kapasiteli sabun üretiminde bu işlemler bir üretim bandı şeklindedir.

Önce yağlar gerekli dozda alkali eklenerek, gerekli ısı altında uzun süre karıştırılırlar ve sabunlaşma reaksiyonu tam olarak gerçekleştirilir. Yüksek kapasiteli işletmelerde bu safhadan sonra sabunun gliserini kimyasal olarak ayrıştırılır ve bir yan ürün olarak değerlendirilir. Gliserini alınmış sabun vakumlu sprey yöntemi ile kurutulur ve granül haline getirilir. Sabunun su oranı yapılacak sabun kalıbının özelliklerine göre belirlenir.

Bundan sonraki aşamalarda sabun granülleri amalgamator (birleştirici, karıştırıcı) adı verilen bir karıştırıcıda boya, koku ve diğer istenen malzeme ile karıştırılıp, merdaneli preslerde ve extruzyon (sıkıştırma) preslerinde sıkıştırılarak iyice kıvamına getirilir. En sonunda da kalıplar halinde kesilip damgalanır ve paket edilir.

SOĞUK SABUN YAPIMI YÖNTEMİ (Cold Process)
Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde, genellikle ev hanımları tarafından benimsenen bu sabun yapım yönetimi, mutfak gereçleri ile ev ortamında küçük çapta sabun üretimine imkân tanımaktadır.

Bu yöntemle sabun yapabilmek için gerekli araç ve gereç, bir el mikseri, geniş bir paslanmaz çelik tencere ve kalıp olarak kullanılabilecek herhangi bir kaptan ibarettir.

Bu yöntemle küçük miktarlarda olmak şartı ile çamaşır sabunu kalitesinde sabun üretilebilir. Burada dikkat edilmesi gereken konular, sabundaki su ve kostik oranı, homojen bir karışım ve sabunlaşma reaksiyonunun tamamlanması için gerekli olan bekleme süresidir. Bu bekleme süresi oldukça uzun olmalıdır. Bu yöntemle yapılan sabunlar rafine edilmedikleri ve serbest kostikten arındırılmadıkları için cilt temizliğinde kullanılmazlar.

DOĞAL SABUN
Sabun yağların alkalinlerle olan kimyasal reaksiyonu sonucu oluşan kimyevi bir maddedir.

Sabunun kalitesi saflığından, yapımında kullanılan yağlardan, üretim yönteminin bilimselliğinden ileri gelir. İki teneke yağ, bir teneke su, bir avuç kostik ile köy meydanında kaynatılarak yapılan, ya da iki fincan yağ, bir fincan su ve bir tutam kostikle mutfakta el blenderi ile yapılan sabunları doğal ve yararlı sabunlar olarak tanımlamak oldukça yanlış olur. Bilinçsizce ya da eksik ekipman ile yapılan sabunlar cilde hasar verebilirler.

22 Eylül 2008 Pazartesi

► SICAK SUYUN FAYDALARI

Çinliler çok sıcak su içerler... Bol bol sıcak su... Bütün gün, her gün!..
Neden bol sıcak su?
Çay veya su bazlı içeceklere benzemeyen şekilde, bol su mide yüzeyinde kan akımına direkt olarak emilen birkaç maddeden biridir. Beden suyu diğer bileşenlerden ayırmak zorunda kalmaz.
Neden sıcak Su?
Çinliler, 40 yaşından sonra oda sıcaklığından daha soğuk olan hiçbir şeyin bedenlere alınmaması gerektiğine inanırlar. Çünkü normal yaşlanma fiziksel değişimler üretir:
  • a) Kan damarları daha az elastik olur ve içindeki birikim nedeni ile çapı küçülebilir, bu nedenle yüksek kan basıncı oluşabilir ve kan dolaşımı problemleri ortaya çıkabilir (dondurma başağrısı sendromu)
  • b) Sindirim sistemi (büzgen kas, barsaklar ve kolon) da daha az elastik olur, sindirim sorunlarına ve kabızlığa neden olur.

Çinliler soğuk içecekler içtiğiniz veya soğuk besinler yediğiniz zaman içsel organların daha fazla üzüldüğüne, mevcut problemleri daha da kötüleştirdiğine inanıyor. Yağlı bir tavayı soğuk suda yıkamaya çalışın. Yağlar donar ve yapışır. Ama aynı tavayı sıcak suda yıkarsanız, yağı çözer ve uzaklaştırır. Bedenimiz yağları içerir. Sıcak su sistemimizi temizler.

SICAK SUYUN FAYDALARI

  • 1. Bedenin doğal serinletme sistemini çalıştırır. Bu kan dolaşımında artışa neden olur.
  • 2 - İç organları ve kaburga kafesinin etrafındaki kasları gevşetir, daha derin nefes almanızı sağlar.
  • 3 - Mide asidi etkilerini rahatlatır ve asit reflu semptomlarını rahatlatır.
  • 4 - Sulanmayı ve besinlerin emilimini artırarak sindirime yardımcı olur.
  • 5 - Kabızlığı giderir.
  • 6 - Kilo vermeye yardımcı olur. Yemeklerden yarım saat önce içilen sıcak su iştahı azaltır ve kilo vermeyi hızlandırır. Nefes tekniği ile birleştirilirse, yağ yakmak için hiper-oksijenlenme sağlar.
  • 7 - Soğuk algınlığı, gripin süresini kısaltır, zatürreyi önler.

NE KADAR İÇMELİ? NE KADAR SICAK OLMALI? NE KADAR SIK İÇMELİ?

Günde 3 kez kahve sıcaklığında 1 fincan için. Daha fazlası daha iyidir.

Dr. Susan Lee-Smith RN, PhD,

► DÜNYANIN "EN"LERİ

Dünyanın En Temiz Şehirleri

  • 1. Calgary, Kanada
  • 2. Honolulu, Hawaii
  • 3. Helsinki, Finlandiya
  • 4. Ottawa, Kanada
  • 5. Minneapolis
  • 6. Oslo, Norveç
  • 7. Stockhholm, İsveç
  • 8. Zurich, İsviçre
  • 9. Bern, İsviçre
  • 10. Montreal, Kanada
  • 11.Vancouver, Kanada

Dünyanın en büyük orduları

Independent gazetesi, dünyanın en büyük 10 ordusunun listesini yayınladı. Listeye göre Türk Silahlı Kuvvetleri Avrupa'nın en büyük ordusu çıktı.

İngiltere'nin en saygın gazetelerinden Independent' ta yayınlanan "dünyanın en büyük orduları" listesine göre Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Avrupa'nın en büyük ordusu oldu. TSK, dünya genelinde de en büyük sekizinci ordu olarak listelendi.

Independent'ın listesine göre Türk ordusunda 514 bin 850 asker bulunuyor. Bu sayı da TSK'yı Avrupa'nın en büyük silahlı gücü haline getiriyor.

EN BÜYÜK ORDU ÇİN'DE

Dünya genelinde ise listenin ilk sırasında Çin yer alıyor. Çin'in 2 milyon 225 bin askeri olduğu bildirildi. İkinci sırada yer alan Amerika Birleşik Devletleri'nin de 1 milyon 426 bin 713 askeri buluyor.

Listede üçüncü sırada ise 1 milyon 325 bin askerle Hindistan yer alıyor.

İşte dünyanın en büyük 10 ordusunun tam listesi:

  • 1. Çin: 2.225.000 asker.
  • 2. Amerika Birleşik Devletleri: 1.426.713 asker.
  • 3. Hindistan: 1.325.000 asker.
  • 4. Kuzey Kore: 1.106.000 asker.
  • 5. Rusya: 1.037.000 asker.
  • 6. Güney Kore: 687.000 asker.
  • 7. Pakistan: 619.000 asker.
  • 8. Türkiye: 514.850 asker.
  • 9. Vietnam: 484.000 asker.
  • 10. Mısır 450.000 asker.

Bira tüketimi en fazla olan ülkeler

Kişi başı bira tüketimi ele alındığında, en bira kolik ülke Çek Cumhuriyeti. Ardından İrlanda, Almanya, Avustralya, İngiltere ve Belçika geliyor. Bir Çek ortalama olarak yılda 157 litre bira içiyor.

  • 1. Çek Cumhuriyeti: 156.9*
  • 2. İrlanda: 131.1
  • 3. Almanya: 115.8
  • 4. Avustralya: 109.9
  • 5. Avusturya: 108.3
  • 6. Britanya Krallığı: 99.0
  • 7. Belçika: 93.0
  • 8. Danimarka: 89.9
  • 9. Finlandiya: 85.0
  • 10. Lüksemburg: 84.4
  • 11. Slovakya: 84.1
  • 12. İspanya: 83.8
  • 13. Amerika: 81.6
  • 14. Hırvatistan: 81.2
  • 15. Hollanda: 79.0
  • 16. Yeni Zelanda: 77.0
  • 17. Macaristan: 75.3
  • 18. Polonya: 69.1
  • 19. Kanada: 68.3
  • 20. Portekiz: 59.6

* Kişi başı yıllık bira tüketimi (litre)

Dünyanın en iyi üniversiteleri

Dünyanın en iyi 10 üniversitesi sıralaması aşağıda yer alıyor. Dünyanın en iyi üniversitesi Harvard Üniversitesi oldu. Çin'de Shanghai Jiao Tong Üniversitesi tarafından Dünyanın en iyi 500 üniversitesinin belirlendiği araştırmada Türkiye'den hiçbir üniversite sıralamaya giremedi.

  • 1. Harvard University (Amerika)
  • 2. University of Cambridge (İngiltere)
  • 3. Stanford University (Amerika)
  • 4. University of California (Amerika)
  • 5. Massachusetts Institute of Technology (Amerika)
  • 6. California Institute of Technology (Amerika)
  • 7. Columbia University (Amerika)
  • 8. Princeton University (Amerika)
  • 9. University of Chicago (Amerika)
  • 10. University of Chicago (Amerika)

Shanghai Jiao Tong Üniversitesi aşağıdaki kriterlere göre dünyanın en iyi üniversitelerini seçiyor.

  • 1. Uluslararası tanınma
  • 2. Uluslararası düzeyde eğitim sağlaması
  • 3. Ulusal düzeyde tanınması
  • 4. Mezunların tercih edilme düzeyi
  • 5. Eğitimin kalitesi
  • 6. Çok çeşitli eğitim seçeneği sunması
  • 7. Fakülte ve bölümlerin esnekliği
  • 8. Öğretim üyelerinin kalitesi
  • 9. Eğitim görmek istenilen bölümlerin bulunması
  • 10. Ders dışı sosyal faaliyetlerin çeşitliliği
  • 11. Geniş bir kütüphaneye sahip olması
  • 12. Laboratuar, stüdyo ve çalışma mekânlarının bulunması
  • 13. Gelişmiş bir kampusunun olması
  • 14. Üniversitenin genel imajının yüksekliği
  • 15. En başarılı öğrencilerden oluşması
  • 16. Tavsiye edilen bir üniversite olması
  • 17. Bulunduğu yerde şehir merkezine yakınlığı
  • 18. Şehirde bulunduğu semtin öğrenciye uygunluğu
  • 19. Bir kampus üniversitesi olması
  • 20. Ücretli olup olmaması
  • 21. Bazı yıllarda yurtdışında eğitim seçeneğinin bulunması

En iyi havayolu firmaları

  • 1. Cathay Pacific
  • 2. Qantas Airways
  • 3. Emirates
  • 4. Singapore Airlines
  • 5. British Airways
  • 6. Malaysia Airlines
  • 7. Thai Airways

Cathay Pacific, Hong Kong merkezli bir havayolu firmasıdır.

Avrupa'nın En Çok Boşanan Ülkesi

Belçika'da boşanma oranının yüzde 70'in üzerinde olduğu belirlendi. Resmi verilere göre, Belçika'da geçen yıl 43 bin 182 çift evlenirken, 30 bin 844 çift boşandı.

Belçika İstatistik Kurumu (INS), ülkede boşanma oranının rekor düzeyde kalmayı sürdürdüğünü, 2004 yılında da 43 bin 326 çiftin evlendiğini, 31 bin 418 nikahın bozulduğunu belirtti. İstatistik uzmanları, 1920 yılında 106 bin çiftin evlendiğini ve boşanma oranının sadece yüzde 2 olduğunu hatırlatıyor.

AB üyeleri arasında en fazla boşanma görülen ülkelerin sıralaması:

  • 1. Belçika % 70
  • 2. İsveç %50
  • 3. Finlandiya % 49
  • 4. İngiltere % 45
  • 5. Danimarka % 41

Dünyada en çok konuşulan dillerin sıralaması

Dünyanın en çok konuşulan dili; 1 milyar 51 milyonluk kitle ile Çince'nin Mandarin dilidir. Diğer en çok konuşulan diller ve konuşuldukları coğrafyalar ise şu şekilde: (Anadiller göz önüne alınarak yapılan bir sıralamadır.)

  • 1. Mandarin 1 milyar 51 milyon (Çin, Malezya, Tayvan)
  • 2. İngilizce 510 milyon (Amerika, İngiltere, Avustralya, Kanada)
  • 3. Hintçe 490 milyon (Kuzey ve Orta Hindistan)
  • 4. İspanyolca 425 milyon (Latin Amerika, İspanya)
  • 5. Arapça 255 milyon (Orta doğu, Arabistan, Kuzey Afrika)
  • 6. Rusça 254 milyon (Rusya, Orta Asya)
  • 7. Portekizce 218 milyon (Brezilya, Portekiz)
  • 8. Bengal dili 215 milyon (Bangladeş, Doğu Hindistan)
  • 9. Malay dili 175 milyon (Endonezya, Malezya)
  • 10. Fransızca 130 milyon (Fransa, Kanada, Batı Afrika, Orta Afrika)
  • 11. Japonca 127 milyon (Japonya)
  • 12. Almanca 123 milyon (Almanya, Avusturya, Orta Avrupa)
  • 13. Farsça 110 milyon (İran, Afganistan, Orta Asya)
  • 14. Urduca 104 milyon (Pakistan, Hindistan)
  • 15. Punjabi 103 milyon (Pakistan, Hindistan)
  • 16. Vietnam dili 86 milyon (Vietnam, Çin)
  • 17. Tamil 78 milyon (Güney Hindistan, Malezya, Sri Lanka)
  • 18. Wu 77 milyon (Çin)
  • 19. Javan dili 76 milyon (Endonezya)
  • 20. Türkçe 75 milyon (Türkiye)
  • 21. Telugu 74 milyon (Güney Hindistan)
  • 22. Korece 72 milyon (Kore yarımadası)
  • 23. Marathi 71 milyon (Batı Hindistan)
  • 24. İtalyanca 61 milyon (İtalya, Orta Avrupa)
  • 25. Thai Sino 60 milyon (Myanmar)

Dünya dinlerinin inanan sayılarına göre sıralaması

Dinlerin inanan sayılarına göre sıralanışı aşağıdaki listede yer alıyor. İnananlar sayısı bakımından en büyük din topluluğu Hristiyanlar. İkinci sırada ise Müslümanlar yer alıyor:

  • 1. Hristiyanlık - 2.1 milyar
  • 2. İslam - 1.3 milyar
  • 3. Seküler/Dinsiz/ Agnostik/ Ateist - 1.1 milyar
  • 4. Hinduizm - 900 milyon
  • 5. Budizm - 708 milyon
  • 6. Çin geleneksel dini - 394 milyon
  • 7. Ana yerli inançlar - 300 milyon
  • 8. Afrika geleneksel ve diasporal - 100 milyon
  • 9. Sihizm - 23 milyon
  • 10. Juche - 19 milyon
  • 11. Tinselcilik - 15 milyon
  • 12. Musevilik - 14 milyon
  • 13. Bahailik -12.5 milyon
  • 14. Mormonizm - 12 milyon
  • 15. Yehova'nın Şahitleri - 6.7 milyon
  • 16. Jainizm - 4.2 milyon
  • 17. Şinto - 4 milyon
  • 18. Cao Dai - 4 milyon
  • 19. Zerdüştlük - 2.6 milyon
  • 20. Tenrikyo - 2 milyon
  • 21. Neopaganizm - 1 milyon
  • 22. Üniteryan Üniversalizm - 800.000
  • 23. Rastafari akımı - 600.000

Dünyanın en büyük ekonomileri

Dünyanın en büyük 20 ekonomisinin sıralaması aşağıdaki listede yer alıyor. Burdaki rakamlar; bir ülkenin bir yıl içerisinde ürettiği malların ve hizmetlerin değerini yansıtıyor. Türkiye 362 milyar dolar ile dünyanın en büyük 19. ekonomisi. Amerika ise 12,5 trilyon dolar ile dünyanın en büyük ekonomisi ve dünyanın en zengin ülkesi. Dünya zenginliğinin üçte biri Amerika'ya ait.

  • 1. Amerika 12,485,725 *
  • 2. Japonya 4,571,314
  • 3. Almanya 2,797,343
  • 4. Çin Halk Cumhuriyeti 2,224,811
  • 5. Birleşik Krallık(İngiltere) 2,201,473
  • 6. Fransa 2,105,864
  • 7. İtalya 1,766,160
  • 8. Kanada 1,130,208
  • 9. İspanya 1,126,565
  • 10. Güney Kore 793,070
  • 11. Brezilya 792,683
  • 12. Hindistan 775,410
  • 13. Meksika 768,437
  • 14. Rusya 766,180
  • 15. Avustralya 707,992
  • 16. Hollanda 625,271
  • 17. Belçika 372,091
  • 18. İsviçre 367,513
  • 19. Türkiye 362,461
  • 20. İsveç 358,819

* Mİlyon Dolar

Dünya toplam ekonomi büyüklüğü: 44,433,002 (milyon dolar)

Avrupa Birliği toplam ekonomi büyüklüğü: 13,446,050 (milyon dolar)

Kaynak: World Economic Outlook Database

En çok araba sahibi olan ülkeler

1000 kişi başına düşen araba sayısı incelenerek bir sıralama yapıldığında dünyada en çok İtalyanların arabası var. İtalya'da 1000 kişiye 539 araba düşüyor. Dünyanın ilk 10'unu oluşturan liste aşağıda yer alıyor:

  • 1. İtalya 539 araba / 1,000 kişi
  • 2. Almanya 508 araba / 1,000 kişi
  • 3. Avusturya 495 araba / 1,000 kişi
  • 4. İsviçre 486 araba / 1,000 kişi
  • 5. Avustralya 485 araba / 1,000 kişi
  • 6. Yeni Zellanda 481 araba / 1,000 kişi
  • 7. Amerika 478 araba / 1,000 kişi
  • 8. Fransa 469 araba / 1,000 kişi
  • 9. Kanada 459 araba / 1,000 kişi
  • 10. Belçika 448 araba / 1,000 kişi

En eğitimli toplumlar

Bir kişinin okulda geçirdiği ortalama yıl hesabıyla oluşturulan sıralamada Norveç ilk sırada. Ortalama olarak bir Norveçli hayatının 16,9 yılını okullarda eğitimle geçiriyor. Türkiye ise 9,5 ortalama okul süresi ile dünya 83.'sü. Dünyanın ilk 10'u ise şu şekilde sıralanıyor:

  • 1. Norveç 16,9 yıl
  • 2. Finlandiya 16,7 yıl
  • 3. Avustralya 16,6 yıl
  • 4. Birleşik Krallık 16,4 yıl
  • 5. Yeni Zelanda 16,2 yıl
  • 6. İsveç 16 yıl
  • 7. Hollanda 15,9 yıl
  • 8. Belçika 15,8 yıl
  • 9. İzlanda 15,8 yıl
  • 10. Danimarka 15,6 yıl

En çok hangi ülkelere turist gidiyor?

Verilere göre en çok turist çeken ülke 76 milyon turist ile Fransa. Türkiye ise 20,3 milyon ziyaretçi sayısıyla dünya dokuzuncusu:

  • 1. Fransa 76 milyon
  • 2. İspanya 55,6 milyon
  • 3. Amerika 49,4 milyon
  • 4. Çin 46,8 milyon
  • 5. İtalya 36,5 milyon
  • 6. İngiltere 30 milyon
  • 7. Meksika 21,9 milyon
  • 8. Almanya 21,5 milyon
  • 9. Türkiye 20,3 milyon
  • 10. Avusturya 20 milyon

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails