Translate

16 Kasım 2008 Pazar

► ZEYTİN VE ZEYTİN AĞACI

Bir insan gibi yavaş yavaş büyür. Tohumdur, filizdir, gençtir, olgunlaşır ve gölgeyi, nemi uzak tutar teninden, dört mevsim gelir geçer ama dallarında gri, yeşil, gümüş yaprakları dökülmeden durur. Akdeniz’i, Ege’yi, güneyi sever. Kendine özgü hafif kokulu, küçük, narin, sarı ve beyaz çiçekleriyle karşılar baharı. Yaz aylarında çiçekleri meyveye durur. Sonra yaz geçerken meyveleri irileşir, olgunlaşır. Hasat zamanı, sonbahardır. Çok çok uzun ve verimli bir ömrün sonunda boşalan gövdesi kurur ama köklerinden yeşeren sürgünler yeniden yeni bir ağaca dönüşür.

Derler ki, cennette iki ağaç vardır; incir ve zeytin. İncir ‘Gerçek Ağacı’, zeytin ise ‘Hayat Ağacı’dır. Tevrat, İncil ve Kur’an’da yer alan zeytin için bilinen en eski Latince cümlede söylendiği gibi; “olea prima arborum umnium est”, yani “zeytin bütün ağaçların ilkidir”.

Yer edindiği tüm kutsal kitaplarda kutsallığın, bolluğun, adaletin, sağlığın, gururun, zaferin, refahın, bilgeliğin, aklın, arınmanın, yeniden doğuşun, insanlık için önemli erdem ve değerlerin sembolüdür zeytin ağacı...

ÖLÜMSÜZ BİR AĞAÇ
Farklı tatlarda ve renklerde meyvesi, meyvesinden çıkan altın suyu zeytinyağıyla, dinlerden medeniyetlere geniş bir coğrafyada düne ait simgeleriyle, mitleri, söylenceleri ve gerçekleriyle zeytin ağacı hiç kuşkusuz ki ‘ölümsüz bir ağaç’...

Ağacından tabak, kaşık, çatal, masa; meyvesinden renk renk farklı tatlarda sofra zeytini, başka başka muamelelerle elde edilen çeşit çeşit zeytinyağı, yine yağından saç ve cilt için güzelleştirici sabun; çekirdeğinden tespih, bilezik, kolye gibi süs eşyası da yapılan, küspesi gübre ya da yakacak olan, kimi gün süs, kimi gün yiyecek, bazen sağlık için ilaç, bir dönem aydınlatma malzemesi, kaynatılarak öldürücü bir silaha dönüştürülen yağı ile ağacından meyvesine, yaprağından çekirdeğine her şeyinin bir faydaya dönüştüğü çöpü çıkmayan zeytin kuşku yok ki bir mucize...

ZEYTİNİN BİR YILLIK YAŞAMI
Zeytinin insanlık tarihinde binlerce yılı aşan öyküsü mitlerde, söylencelerde, şiirde, romanda, resimde kısacası hayat içinde sürüyor. Literatürlerde ailesinin ‘Oleaceae’ familyasından geldiği yazılı. “Fakir toprakların zengin ağacı” denilen zeytin bulunduğu yerin iklim koşullarına kolay uyum sağlar. Toprağın yapısına ve dokusuna göre köklerini salar. Zeytin ağacı yavaş büyür, serpilip büyümesi 15-20 yılı bulur. 35 ve 150 yıl arasında ise olgunluk ve verimlilik döneminde olur. Dört mevsim yapraklarını dökmez. Sonra yüzlerce yıl sürecek olan yaşlanma dönemi başlar.

Zeytin ağacı bir yıllık yaşamını Akdeniz ikliminin özelliklerine göre geçirir. Kasım ve şubat ayları arasında kıştır, uyur, dinlenir. Mart ve nisan ayları arasında bahardır, uyanır. Dallarının uçları filizlenir. Nisan-haziran çiçek mevsimidir. Çiçek tozları rüzgârla ağaçtan ağaca gezinir. Güzel kokar zeytin çiçeği. Temmuz-ağustos dedin mi meyveleri yani zeytin taneleri büyür, çekirdeği sertleşir. Eylül-ekim arası taneler olgunlaşır, olması gereken boylarına gelir. Zeytinin çeşidine göre farklıdır büyüklükleri, biçimleri... Zeytin taneleri yeşilden mora döndüğünde ya da koyu pembesi siyahlaştığında, yağlanma da başlar. Hasat eylül ile şubat ayları arasındadır. Zeytinin hasadı elle toplanarak ve sırıkla ya da makineyle ağacın silkelenmesiyle yapılır.

Kökleri tarih öncesine dayanan zeytin ağacının kaç bin yaşında ve anayurdunun tam neresi olduğu konusunda arkeobotanikçiler, tarihçiler ve arkeologlar arasında bugün hâlâ ortak bir görüş yok. Ama yine de önemli olan yabani zeytinin dünya yüzünde ilk varlığı değil, ilk ne zaman ehlileştirildiğiyse, bu mucizeyi Samilerin başardığı düşünülüyor. Kimler, nerede, ne zaman sorularına cevap ararken yapılması gereken en doğru şey bilimsel açıklamalara güven duymak... İşte uluslararası saygınlığıyla tanınan Dünya Zeytin Ansiklopedisi yazarı José M. Blazquez’in görüşü; “zeytin yetiştiriciliği yaklaşık altı bin yıl önce Anadolu’da başlamıştır.”

TÜRKİYE’DE ZEYTİN ÜRETİMİ
Türkiye’de tarım alanlarının yaklaşık yüzde 3’ü zeytinlik... Devlet İstatistik Enstitüsü’nün rakamlarına göre, Türkiye’de yaklaşık 140 milyon zeytin ağacı bulunuyor. Üretilen zeytinin yüzde 80’i yağlık, yüzde 20’si sofralık olarak değerlendiriliyor. Zeytin üretiminde Ege Bölgesi ilk sırada, onu Akdeniz ve Marmara Bölgesi izliyor. Listede üretim rakamlarıyla alt sıralarda yer alsa da Gaziantep (Nizip), Kilis, Mardin (Derik) ve Artvin (Yusufeli-Demirkent ) gibi Türkiye’nin zeytiniyle pek bilinmeyen bölgelerinde zeytin ağaçları yetişmekte ve zeytincilik yapılmakta. Demirkent’te uzun boylarıyla insanı şaşırtan ve Mardin’in Derik ilçesinde her biri farklı zeytin veren zeytin ağaçlarından az sayıda da olsa uluslararası ödüllere sahip sızma zeytinyağı üretiliyor.

Türkiye, dünya sofralık zeytin üretiminde yüzde 13 ile ikinci, zeytinyağı üretiminde ise yüzde 6 ile dördüncü. Son yıllarda yapılan dikim atağı ile önümüzdeki beş yıl içinde yağ üretimi açısından dünya ikinciliği hedefleniyor. Avrupa Birliği’nin toplam sofralık zeytin ihtiyacının yaklaşık yarısı Türkiye’den sağlanıyor. Türkiye’de zeytin ve zeytinyağı sektörü, tarımdan sanayiye, sanayiden pazarlamaya kadar önemli yan ürünleriyle birlikte; sanayide, ticarette, tarımda önemli bir ağırlığa sahip. Aynı zamanda yaklaşık 500 bin ailenin geçimini zeytincilikten sağladığı ve 8-10 milyon kişinin geçimine katkıda bulunan bir istihdam alanı.

15 Kasım 2008 Cumartesi

► TÜRKİYE'Yİ ÇEVRELEYEN DENİZLERİN JEOLOJİK VE EKOLOJİK ÖZELLİKLERİ

Türkiye’yi çevreleyen denizler jeolojik ve ekolojik yönden farklı özelliklere sahip; dolayısıyla her denizin kendine özgü bir canlı popülasyonu yani, flora ve faunası mevcut.
Trakya’nın Ege Denizi’ndeki kıyısı Saros Körfezi, tarihi Gelibolu Yarımadası’nın uç noktasından Enez’e (Yunanistan sınırı) kadar uzanan tektonik kökenli bir çöküntü. İlkçağda Melas ve Xeros adlarıyla anılan körfez, sualtı akıntılarının fazlalılığı, herhangi bir büyük yerleşimin ve sanayileşmenin olmaması sebebi ile Ege Denizi’nin en temiz bölgelerden biri.
Ege Denizi bölgesel konumu ve ekolojik özellikleri açısından Akdeniz ekosisteminde özel bir öneme sahip, biyolojik özellikleri açısından kendine özgü bir yapısı var. Karadeniz ve Akdeniz sularının buluşma havzasını oluşturan Ege Denizi’nin kuzey ve güney suları ısı ve tuzluluk açısından birbirinden farklı özellikler taşıyor. Yaz aylarında yüzey sularının sıcaklığının 20 dereceye kadar yükselmesine rağmen 10 metrenin altındaki derinliklerde sıcaklık 15-17 derecede seyrediyor. Bu özellikler nedeniyle bölge, soğuk ve sıcak seven canlı türlerinin buluşma noktası adeta. Kuzey Ege bölgesinde Batı Akdenizli formlar, Güney Ege bölgesinde ise Doğu Akdenizli formlar egemen durumda. Saros Körfezi ise besin tuzlarınca zengin Karadeniz’in ve Marmara Denizi’nin sularıyla beslenen gerçek bir mucize. Suların diğer denizlere göre berrak oluşu, ışığın önemli derecedeki derinliklere ulaşmasına imkân veriyor. Bu da zemindeki canlı topluluklarının nispeten zenginleşmesini ve bunlarla beslenen dip balıklarının artmasını sağlıyor. Yani Kaptan Cousteau’nun 1970’li yıllarda Saros’ta daldıktan sonra körfezi “Kızıldeniz’in kuzey versiyonu” olarak değerlendirmesi boşuna değil.
Saros Körfezi kendi kendini temizlemesi ile de ünlü. Yılda üç defa şubat, nisan ve temmuz aylarında tabanda soğuk su ve yüzeyde sıcak suyun yarattığı akıntılar, körfezi içine atılan tüm artık ve atık maddelerden kurtarıyor. Doğal yeteneği sayesinde Saros, temizliğini ve berraklığını yitirmeyen nadir denizlerden. Yaz aylarında güney sularının ısınması ve çevresel ısı yüksekliği dalış tutkunlarını Saros Körfezi’ne yönlendiriyor. İstanbul’a yakın olması nedeniyle her seviyeden dalgıcın en çok tercih ettiği bölgelerin de başında. Sualtı sporları kulüpleri de özellikle hafta sonları körfeze akın ediyorlar.
Saros Körfezi sualtı biyolojik çeşitliliği ile insanı kendine hayran bırakan göz alıcı bir uyuma sahip. Körfez, sularındaki oksijen ve besin tuzlarının etkisiyle zenginleşen fauna ve florası sayesinde biz sualtı fotoğrafçılarına geniş bir mönü sunuyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma savaş gemilerinin batıkları ve onların üzerinde yaşamını sürdüren yüzlerce organizma da cabası. Çanakkale Boğazı’nın çıkışındaki Kaptan Franko, körfez açıklarındaki 27 metre derinliğiyle rahat bir dalış ortamı sağlayan Lundy batığı, geniş açı görüntülerin yanı sıra, üzerinde yaşam süren organizmaları yla makro görüntüler almaya da olanak sağlıyor.
Kendine özgü farklılıklarıyla Saros Körfezi’nin görülmeye değer canlı türleri tüm sualtı severlerin ilgi odağı. Sualtında, Akdeniz ve Ege’nin derinliklerinde rastladığımız kırmızı dal süngerleri (Axinella polypoides), ayrıca kayaların üzerlerinde pembe, kırmızı veya mor renkleriyle pamuk süngerlerini de görmek mümkün. Tropik sulardaki tür çeşitliliğine özlem duyanlar Saros Körfezi’nin Ege’ye açılmadan önceki son kayalığı olan ve sarı sünger anemonları (Parazoanthus axinella) ile kaplı Bebek Kayalıkları’nda mutlaka dalmalılar. Anemonlarının içinde yaşayan kaya balıklarını (Gobius bucchichi), karidesleri (Periclimenes aegylios), mürenleri (Muraena helena), mığrıları (Conger conger), istakoz ve yengeç gibi kabukluları burada görebilirsiniz. Bölgenin sevimli, küçük sakinleri olan karabaş balıkları (Tripterygion sp.), doğal kamuflaj ustası iskorpitler (Scorpaena sp.), kaya kovuklarından meraklı gözlerle etrafa bakan kaya balıkları, hani balıkları (Serranus sp.), lahoz ve sarıkuyruk gibi onlarca balık türünü bir arada gözlemleme keyfi en iyi burada yaşanır.

► AHTAPOTLAR

DENİZİN ZEKİ KOLLARI
Kırk sekiz saat boyunca karada yaşayabilecek kadar dirençli, bir anda ortadan kaybolabilecek kadar marifetli, hiçbir şey hissetmeden ateşin içinden geçebilecek kadar dayanıklı, denizlerin sekiz kollu en zeki canlıları olan ahtapotlar…
Zoologlar; omurgasızlar arasında tam donanımlı bir beyin yapısına sahip tek canlı olarak gösteriyor ahtapotları. Hayati tehlike yaşadıkları bir yeri, aradan yıllar geçse bile yeniden gördüklerinde tanıyabiliyor ve oradan hemen uzaklaşıyorlar. Bir kaza ya da saldırı sonucunda kollarından birkaçını yitirirlerse, kısa bir süre içinde o kollara yeniden sahip olabiliyorlar. İnsanlar için tamamen zararsız olan ahtapotlar, güçlü kollarını avlanma ya da korunma için kullanıyorlar. Görme yetenekleri omurgalılarla kıyaslanabilecek kadar yüksek. Kafalarından çıkan ve uzunluğu türlere göre değişen, vantuzlarla donatılmış güçlü kolları ahtapotun en önemli silahı ve korunma organı. Bu kolların gücünden etkilenen Victor Hugo bile ‘Denizin İşçileri’ adlı romanında onları şöyle betimlemiş, “deri gibi elastik, çelik kadar sert ve gece gibi soğuk”.
SABIR VE ZEKÂ KÜPÜ
Ahtapotun her bir kolunda tek ya da çift sıra halinde dizilmiş yaklaşık iki yüz kırk civarında vantuz bulunuyor. Saklandığı yer ile mükemmel bir uyum gösterecek şekilde renk değiştirebiliyorlar ve en önemlisi de hareketsiz bir şekilde saatlerce avlarını bekleyecek kadar sabırlılar. Daha çok yengeç, ıstakoz ve midye gibi kabuklu deniz hayvanlarıyla besleniyor. Avlanma sırasında sabrın yanı sıra yüksek bir zekâ da gösteren ahtapot, çok değişik yöntemler uygulayabiliyor. Mesela, güçlü kaslara sahip olduğundan kabuklarının açılması oldukça zor olan midye gibi hayvanları avlamak için herhangi bir güç gösterisine girişmiyor. Sadece onun yanına sakince uzanıp beklemeye başlıyor. Bazen saatlerce süren bu bekleyişin bir anında, midye beslenmek amacıyla kısa bir süre için kabuğunu açınca, ahtapot küçük bir taşı hemen kabuğun arasına koyuyor ve midyenin kabuklarını yeniden kapatmasını engelliyor. Ondan sonrası ahtapot için tam bir “Tiffany’de Kahvaltı”. Ahtapotların zorlu avlar için kullandığı iki ölümcül silahı var. Ağız boşluğunun ortasında yer alan gagası ve gerektiğinde salgıladığı bir tür zehir. Gagası, en sert ve kalın kabukları bile kırabilecek kadar dayanıklı ve keskin. Tükürük bezlerinden salgıladığı zehir ise avın sinir sistemini etkiliyor ve kısa sürede ölümüne neden olabiliyor.

DUMAN PERDELERİ
Besin değeri yüksek olan ahtapotun her dönemde bir avcısı bulunuyor. Onlar da avcılarından kurtulabilmek için çeşitli savunma organları geliştirmişler. Renk değiştirme ve kamuflaj yetenekleri ile solungaçları arasında yer alan bezlerden salgıladığı mürekkep ahtapotların en önemli savunma araçları. Ünlü deniz bilimci Jacques-Yves Cousteau, “mürekkep fışkırtmanın ahtapotu gizleyen bir duman perdesi olduğunu düşünüyorum, çünkü salgı su içerisinde dağılmadan kuyruklu bir gölge gibi asılı kalıyor ve bu da ahtapotu gizleyecek kadar küçük bir siluet” diyor.

Mürekkep, ahtapotların en büyük düşmanı olan müren balıklarının da koku alma duyusunu saatlerce felç edebilecek güce sahip. Birçok avantaj sağlasa da mürekkep, aynı zamanda ahtapotun sonunu getirebilecek kadar da tehlikeli bir silah. Mürekkebi fışkırttıktan sonra kaçan ahtapot kendi bıraktığı bu bulut içerisinde birkaç dakika kalacak olursa zehirlenerek ölebiliyor. Ahtapotlar, ıslak beze sarılırsa karada 48 saat boyunca yaşayabilme becerisini de gösterebiliyorlar.

ANNE AHTAPOTUN FEDAKÂRLIĞI
Ahtapotlar, yaşamları boyunca sadece bir kez eşleşiyorlar. Utangaç erkek ahtapot, dişi olana dokunduğunda kızarıp renk değiştiriyor. Dişi ahtapot, döllenmiş yumurtaları salkımlar halinde diziyor. Her salkımda 150-200’ü bulan yumurtalardan ancak birkaç tanesi ergin bir ahtapota dönüşebiliyor. Dişi ahtapot kollarındaki ince zarlar yardımıyla yumurtaları nazikçe tutup onların temiz kalmalarına özen gösteriyor. Sifonu ile su akımı yaratarak yavrularına oksijen veriyor. Annelik ve fedakârlık duyguları çok gelişmiş olan ahtapot, yumurtalarını bıraktıktan sonra yemekten kesiliyor ve beş ay boyunca yavrularının yumurtadan çıkmasını bekliyor. Bu fedakârlığın sonunda yavruları hayata merhaba dediğinde, kendisi de hayata veda ediyor.


Hawaii dilindeki karşılığı ‘kayıp giden hayalet’ olan ahtapotlar, kafadan bacaklılar ailesindeki en gelişmiş sinir sistemine sahipler. Deniz bilimcilerin çoğu, ahtapotu dünyanın en zeki omurgasızı olarak tanımlıyorlar. Hatta zekâ seviyelerinin evcil kedilerle eşit olduğunu söyleyenler de var. Deniz bilimci Neil Mc Daniel onlar için “gözlerinde anlam dolu bir bakış var ve sanki bizleri tanıyor gibi” diyor.

9 Kasım 2008 Pazar

► ÖLÜNCE MSN HESABINIZA NE OLACAK?

Ölen Birinin MSN Hesabı Ya da İnternetteki Resimlerinin Akıbeti Ne Oluyor?
Örneğin bir MSN hesabının, resimlerin ya da blog yazılarının sahibi olan kişi hayata veda ettiğinde, bu kişinin internette yayınladığı materyaller ne oluyor?

Olaya hukuki açıdan bakıldığında sorunun cevabı aslında gayet açık. OUT-LAW.com' da editör olarak görevini sürdüren Struan Robertson'a göre kişi telif hakkına sahip olduğu tüm materyalleri dilediği bir kişiye miras bırakabilir. Robertson'ın bu konudaki düşüncesi ise şöyle: "Diğer bir deyişle eğer istersem, ölümümden sonra internette bulunan fotoğraflarımı veya sitemi bir arkadaşıma bırakabilirim. Bunu yapmadığım taktirde 70 yıl boyunca bu materyaller internet üzerinden yayınlanmaya devam eder ve akabinde yayından kaldırılır."

Örneğin Facebook gibi sitelerde kullanıcı hesabını pasif konuma getirmediği müddetçe aktif olarak kaldığı biliniyor ve kullanıcı Facebook'taki verilerini kendisi silmediği müddetçe tüm bu veriler aynen hayatta kalmaya devam ediyor.

Ölümün Ardından Domainlerin Durumu
Websiteleri söz konusu olduğunda işler biraz daha karışıyor. Bir domain ismi satın aldığınızda, bu domain'in süresi genellikle 2 yıllık bir süreyi kapsar ve bu sürenin sonunda domain'inizi yenilemezseniz, hakkınız elinizden alınmış olur.

Bunun yanında kişilerin kendisine ait olan blog sayfalarının durumu da önem teşkil ediyor. Örneğin Wordpress.com, herhangi bir blog hesabı pasif durumda olsa bile bu hesaba ellemiyor ve yayınlanmaya devam ediliyor.

Bu konuya geniş yer ayıran Forbes dergisine göre, eğer kullanıcılar öldükten sonra hesaplarıyla ilgili planları varsa, bu durumda kullanıcıların kullanıcı adı ve şifreleri gibi anahtar verileri güvendikleri birine vermelerini öneriyor. Bu sayede ölümünün ardından tam yetkiyle donatılmış olan kişi, ölen kişinin hesabını ortadan kaldırabilir.

8 Kasım 2008 Cumartesi

► SAKAL TIRAŞIYLA İLGİLİ PÜF NOKTALARI

Tıraş, çoğu erkek için daha genç, daha yakışıklı ve temiz görünme anlamını taşırken, aslında cilt bakımı için de büyük önem taşır.

BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
Yüzümüzde ortalama 15,000 kıl bulunur, bu kıllar günde 38 mm uzar. 15 yaşın üzerindeki erkeklerin %90’ı istenmeyen kıllardan kurtulmak için düzenli olarak tıraş olur. Tıraş ortalama 3 dakika sürerken, bir tıraş bıçağı da maksimum 9 kez kullanılır. Bu rakamlar kullanıma ve cilt özelliklerine göre değişkenlik gösterebilir. Buda ortama erkek ömrünün 3350 saatini yani 139 gününü alır ve erkeklerin %70’i ıslak tıraşı tercih eder.

ERKEK CİLDİ KADIN CİLDİNDEN ÇOK FARKLI
Erkeklerin cildi kadınların cildine oranla daha kalın ve dayanıklı olup, erkek cildinin sakal ve tıraş yüzünden daha çok yıpranması nedeni ile bakımına daha da önem gösterilmesi gerekir. Günlük tıraşta yaralanma ve enfeksiyon problemleri ile karşı karşıya olan erkek cildi, kadın cildine oranla daha çok özen ister. Erkek ciltleri de kendi aralarında da bireysel farklılıklar gösterir.

TIRAŞIN CİLDE VERDİĞİ ZARARLAR
Islak ya da kuru tıraş, her ikisi de cildi kurutur. Özellikle ıslak tıraşta, yani tıraş bıçağı ile tıraşta kıl kökleri, foliküller daha çok incinmeye maruz kalır. Bunun sonucunda kıl dönmeleri ve iltihaplar ortaya çıkar. Bu cildi rahatsız eder ve dış etkenlere karşı hassaslaştırır. Bu problemleri doğru bir bakım ile en aza indirmek için her şeyden önce hijyene dikkat edilmesi gerekir. Kullanacağınız ürünlerin çok az alkol içermesine ve tıraş kreminin ya da köpüğünün cilt tipine uygun olmasına dikkat etmek gerekir.

TIRAŞ SONRASI BAKIM
Tıraş öncesi bakım gibi tıraş sonrası bakım da önem taşır. Birçok erkek dezenfektan olsun diye kolonya ya da alkollü tıraş sonrası losyonu kullanır; bu, cilde faydadan çok zarar verir. Çünkü alkol hücre öldürücü etkisi ile tıraşta meydana gelen olası kesiklerin iyileşmesini geciktirir.Tıraştan sonra cilt tipine uygun bir tıraş sonrası losyon hem cildi dinlendirir, hem de besler.

DAHA RAHAT BİR TIRAŞ İÇİN BİR KAÇ KÜÇÜK TAVSİYE
  • Cildi köpürtmeden önce sıcak su ile durulayın. Sıcak su, sakalı yumuşatır ve cildin gözeneklerinin açılarak sakalların kolayca kesilmesini sağlar.
  • Sıcak su ile durulanmış cilde, tıraş kremi veya tıraş köpüğünü iyice yayarak masaj yapın. Tıraş köpüğü kullanılıyorsa ayrıca fırça kullanmak gerekmez. Köpük ıslatılmış avuca sıkılarak yüze yayılır.
  • Kolay bir tıraş için 3 ya da 2 bıçaklı tıraş makineleri tavsiye edilir. Tıraş sırasında makinenizi sık sık sıcak su ile durulamak bıçaklar arasında köpük ve kesilmiş sakalların birikmesini önler.
  • Çene ve boynun en son sırada tıraş edilmesi gerekir. Böylece su ve köpük, sakalların en sert olduğu bu bölgeleri yumuşatmak için cilt üzerinde daha uzun süre kalır.
  • Tıraş işlemi bittikten sonra cildin soğuk su ile durulanması gerekir. Soğuk su cildin açılan gözeneklerini kapatarak, doğal dengesini tekrar bulmasını sağlar.
  • Yumuşak bir havlu ile hafifçe nemi alınan cilde mutlaka tıraş sonrası bir bakım ürünü sürülmesi gerekir.

2 Kasım 2008 Pazar

► NEDEN ESNİYORUZ?

Uykusuzluk, can sıkıntısı, halsizlik... Bugüne kadar insanların neden esnediği üzerine pek çok teori üretildi. Bunların yanı sıra 'kandaki düşük oksijen seviyesi' de kimi zaman esnemeyle ilişkilendirildi. Ama bunların hiçbiri esnemenin temel nedeni değil. Meğer beynimiz serinlesin diye esniyormuşuz.
New York Üniversitesi patololoji profesörü Andrew C. Gallup'a göre, neden esnediğimizi aslında kimse bilmiyor, ancak o ve ekibinin yeni bir açıklaması var: Esneme vücudun beyni serinletmesi için bir yöntem.
Ekip çalışmada, deneklerin beyinlerinin ısındığı zamanlarda daha sık esnediğini gözlemlediklerini açıkladı.
Esnemenin, vücudun diğer sistemleri yetersiz kaldığında, beyin sıcaklığını düzenlediği yönündeki teoriyi ispatlamak için araştırmacılar, insanların çevresinde birileri esneyince, hemen esnemeye başladıkları gerçeğinden hareket etti.
Gönüllüler, gülen ya da esneyen insan görüntülerinin olduğu filmin oynatıldığı odaya alındı. Gözlemciler deneklerin ne sıklıkta esnediğini inceledi. Bazı deneklerden filmi izlerken burundan nefes almaları, daha sonra da alınlarına sıcak ya da serin tamponlar bastırmaları istendi. Beynin serinlemesini sağlayan alna buz konulması ve burundan nefes alınması sırasında, bulaşıcı esnemenin kesildiği görüldü.

1 Kasım 2008 Cumartesi

► "İLK"LERLE İLGİLİ BİLGİLER

İLK DEFA SİNÜSÜN KULLANILMASI
Battanî, 10. yy’da sinüs ile hesaplar yapmaya başladı.
İLK DEFA TANJANTIN KULLANILMASI
Ebu’l Vefa, 10. yy’da matematiğe tanjantı getirdi.
İLK DEFA SIFIRIN KULLANILMASI
Harezmî, 9. yy’da sıfırı buldu. Daha önceki yıllarda sıfır yerine boşluk bırakılıyordu. Bu da zaman zaman işlem hatalarına yol açıyordu. İlk olarak Türk matematikçi sıfırı Avrupalılara tanıttı ve hemen kabul gördü.
İLK DEFA ALGORİTMANIN KULLANILMASI
Harezmî, 9. yy’da algoritmayı kullanmıştır. (Algoritma ismi Harezmî’nin değişmiş hâlidir.)
İLK BİNOM AÇILIMI
Ömer Hayyam 11. yy’da binom açılımını kullanmıştır.
İLK PASCAL ÜÇGENİ
Ömer Hayyam 11. yy’da Pascal üçgenini kullanmıştır.
"pi" SAYISININ HESAPLANAN EN BÜYÜK DEĞERİ
Yıllarca pi sayısının tam değeri bulunamadı. Günümüzde ise 1 milyarıncı basamağa kadar biliniyor.
İSİMLENDİRİLMİŞ EN BÜYÜK SAYI
10 üzeri 100 sayısı. (1 ve yanında 100 tane sıfır) ‘Googol’ olarak adlandırılır.
ROMA RAKAMI İLE YAZILAN EN UZUN SAYI
3888 sayısı: MMMDCCCLXXXVIII
EN UZUN DOMAİN ADI
Bir köyün adı olan
adresi en uzun alan adıdır. Hatta bu köyde her yıl köyün adını doğru söyleme yarışmaları yapılmaktadır.
EN PAHALI ALAN ADI
http://www.bussiness.com 745 milyon $’a satıldı.
İLK İNTERNET
1958 yılında Amerikan ordusunun kendi arasında haberleşmek için kurduğu ağ ilk internet ağıdır. Daha sonra yaygınlaşan sistem, 70’li yıllarda halka açıldı Fakat en büyük ilerleyişini 90’larda yaptı.
İLK E-POSTA
1972 yılında ilk defa e-posta gönderildi. Adres yazılırken, anket sonucunda “$” ve “@” işaretlerinden “@” seçildi.
İLK MOUSE
Yüzyılın en büyük buluşlarından sayılan mouse 1981 yılında icat edildi.
İLK GÖZLÜK
1280 yılında İtalya’da yapıldı.
İLK DENİZALTI
Nautilius 1801 yılında suya indi.
İLK ÇAMAŞIR MAKİNESİ
1907 yılında bir Amerikan firması yaptı.
İLK FOTOĞRAF
1826 yılında Fransız Niepce tarafından çekildi. Bu ilk fotoğrafın çekilmesi 8 saat sürmüştür.
EN KÜÇÜK FOTOĞRAF MAKİNESİ
Bir Amerikan firması kredi kartı büyüklüğünde, 6 mm inceliğinde (dikkat edin kalınlığında demiyorum) ve 35 gram ağırlığında bir dijital fotoğraf makinesi yaptı.
İLK DİKİŞ MAKİNESİ
Thimonnier, 1830 yılında yaptı.
MORS ALFABESİNİN İLK KULLANILMASI
1843’te Samuel Morse icat etti. Nokta ve çizgilerden oluşan Morse alfabesinin en bilinen mesajı S O S’tur.
EN UZUN YÜRÜYEN MERDİVEN
Rusya’daki bir metroda bulunan bir yürüyen merdiven 730 basamaklıdır.
İLK ASANSÖR
1857 yılında New York’taki küçük bir dükkânda kuruldu.
İLK METRO
1863’te Londra’da seferlere başladı.
İLK MAKİNE
M.Ö. 3500 yıllarında Sümerliler tarafından yapılan su çekme makinesi bilinen ilk makinedir.
İLK DAKTİLO
1808 yılında İtalyan bir gazeteci tarafından yapıldı. Önceki basit örneklerine göre çok daha kullanışlı ve dayanıklı idi.
İLK AMPUL
Joseph Swan – 1878 ve Thomas Edison – 1879
İLK TELEFON REHBERİ
1878’de sadece 50 kişinin adının olduğu bir telefon rehberi hazırlanmıştır.
İLK ASPİRİN
Her derde deva aspirinler ilk defa 1897 yılında Alman Felix Hoffman tarafından üretildi.
İLK OTOMOBİL TASARIMI
1868 yılında Belçikalı Ferdinand Verbiest adlı bir rahip, çalışan ilk otomobil modelini çizdi.
EN UZUN OTOMOBİL
İki zengin tarafından yapılan 16,5 metrelik ve 10 tekerlekli otomobil, 15 ayda tamamlanabilmiştir.
EN BÜYÜK LİMUZİN
Zaten büyük olan limuzinlerin en büyüğü 327 cm yüksekliğinde ve 7,5 metre uzunluğundadır. Özel bir tasarım olan limuzinin 8 tekeri vardır. Gerektiğinde araç 60 cm daha yükseltilebilmektedir.
İLK MOTOSİKLET
1885 yılında Daimler tarafından ilk içten yanmalı motorlu motosiklet yapılmıştır.
İLK BİSİKLET MODELİ
Leonardo da Vinci tarafından 1493’te çizilmiştir.
EN BÜYÜK BİSİKLET
Belçika’da yapılan bir bisiklet, 35 kişi tarafından sürülebiliyordu. Ancak bu bisiklet, hiçbir zaman 20 metreden fazla yol alamamıştır. Zaten 35 kişinin de uyum içinde bisiklet sürmesini beklemek hata olurdu.
SES HIZINI AŞAN İLK UÇAK
1947’de Amerikan hava kuvvetlerine bağlı bir uçak, ses hızını aşan ilk uçak oldu.
İLK DENİZ UÇAĞI
1910 yılında Henry Fabre yaptı.
İLK TELEVİZYON
Logie Baird televizyonu buldu ve 1926 yılında geniş bir alana televizyon yayını yaptı.
EN ÇOK TELEVİZYON OLAN ÜLKE
Çin’de yaklaşık 410 milyon televizyon vardır.
İLK ELEKTRON MİKROSKOBU
Alman Kroll ve Ruska tarafından 1933’te icat edildi.
İLK FOTOKOPİ MAKİNESİ
1938’de Carlson yaptı.
İLK HELİKOPTER
1939 yılında Rus Scorsky tarafından yapıldı.
İLK MİKRODALGA FIRIN
1945 yılında Amerikalı Spencer yaptı.
İLK BİLGİSAYAR
John Mauchy ve Presper Eckert 1946 yılında ENIAC adlı bilgisayarı yaptı. Bu devasa bilgisayar 10.000 dolara bile alıcı bulabiliyordu.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails